BAĞLAR AİLE SAĞLIĞI MERKEZİ
YÖNETİCİ HEKİM: SAADET ADIGÜZEL

BÜLTENLER

Deprem sonrası müdahalede Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği
Çökmüş bir yapıya girmeye hazırlanırken kurtarma görevlilerini ve acil müdahale ekiplerini korumak için aşağıdaki tehlikeler göz önünde bulundurulmalıdır. 
  • Bodrum bölgelerinde su basmasına neden olacak arızalar
  • Sıhhi kanalizasyon sistemi kırılmalarından kaynaklanan patojenlere maruz kalma 
  • Açık ve enerji verilmiş elektrik kabloları 
  • Havadaki duman ve toza maruz kalma (asbest, silika, vb.)
  • Kan yoluyla bulaşan patojelnlere maruz kalma 
  • Tehlikeli maddalere maruz kalma (amonyak, akü asidi, sızan yakıt vb.)
  • Yanıcı ve zehirli ortam oluşturuan doğalgaz kaçakları
  • Yıkılmış binadaki yapısal istikrarsızlık
  • Kapalı alanlarda yetersiz oksijen
  • Deliklerden, çıkıntı inşaat demirinden vb. kaynaklanan kayma, takılma ve düşme tehlikeri
  • Ateş
  • Vinç gibi ağır makinelere yakınlık
  • Cam ve moloz gibi kesikin nesneler
  • Artçı sarsıntı, titreşim ve patlamalardan kaynaklanan ikincil çökme
  • Olumsuz hava koşulları
  • Ekipmandan kaynaklanan gürültü(jeneratör/ağır makinalar)

ÇALIŞANLARI KORUMAYA YÖNELİK ALINACAK TEDBİRLER
  • Müdahale personelinin tüm güvenlik ve sağlık konularını denetlemek
  • Optimum güvenlik ve kaza önleme tedbirlerinin uygulandığından emin olmak
  • Tüm müdahale ekibinin yaralanmalrını ve hastalıklarını tespit ermek ve belgelemek
  • Uygun kişisel koruyucu ekipmanın kullanılmasını sağlamak
  • Sanitasyon (2) Hijyen (3) KKD (4) Dekontaminasyon (5) Çalışma/dinlenme döngüleri (6) Akut tıbbi bakım konularını ele alan sağlık ve güvenlik planlarının günlük olarak değerlendirmek için görüşmeler yapmak.
  • Belirlenen tehlikeler için risk değerlendirmesi yapmak.
  • Tehlike farkındalığı ve KKD kullanımı konusunda eğitim vermek. 

Devamını Oku
Deprem Sonrası Akut Müdahalede ve Toparlanma Aşamalarında Sağlık Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği
• Sağlık çalışanları genellikle olay yerinde tıbbi müdahale sağlayan ve yaralı kişilerin kurtarılması ve
tahliyesine yardım eden ilk kişilerdir.
• Etkili yardım sağlayabilmeleri ve herhangi bir ek zarardan kaçınabilmeleri için sağlık çalışanlarının sağlığı
ve güvenliği de dikkate alınmalıdır.
• Depremden sonraki akut müdahale aşamasında:
o Sağlık çalışanları genellikle hasarlı altyapı, sınırlı kaynaklar ve tehlikeli maddelere maruz kalma gibi zorlu
koşullarla karşı karşıya kalır.
o Sağlık çalışanları fiziksel yaralanma, toksik maddelere maruz kalma ve bulaşıcı hastalıklara maruz kalma
riski altındadır.
o Ayrıca, yüksek stresli ortamlarda çalışıyor olmanın bir sonucu olarak duygusal ve psikolojik travma ve
tükenmişlik yaşayabilirler.
• Akut müdahale aşamasında sağlık çalışanlarının sağlık ve güvenliğini sağlamak için uygun önlemlerin
alınması çok önemlidir:
o Tehlikeli maddelere ve bulaşıcı hastalıklara karşı korunmak için maskeler, eldivenler ve göz koruması gibi
yeterli kişisel koruyucu ekipmanın sağlanması
o Yeterli gıda, su ve barınağa erişimin sağlanması
o Sağlık çalışanlarının ekipmanın doğru kullanımı konusunda eğitilmesi
o İşleriyle ilgili potansiyel tehlikelerin farkında olmalarının sağlanması
• Toparlanma aşamasında, sağlık çalışanlarının deprem sonrasında sağlık hizmeti sağlamaya devam etmesi
gerekebilir:
o Yaralanan bireylerin tedavi edilmesi,
o Akut ve kronik hastalıkları olanların tedavileri,
o Afetten etkilenenlere ruh sağlığı desteği sağlanmasını içerebilir.
• Toparlanma aşamasında sağlık çalışanlarının sağlık ve güvenliğini korumak için:
o Çalışma ortamında hijyen koşullarının sağlanması
o Yeterli hidrasyon ve beslenme desteğinin sağlanması
o Çalışma saatlerinin vardiyalarla belirlenerek istirahatlerin sağlanması
o Kendi psikososyal sağlıklarını korumaları için destek verilmesi gerekmektedir.
• Sonuç olarak, deprem sonrası akut müdahale ve iyileşme sürecinde sağlık çalışanlarının sağlığı ve
güvenliği son derece önemlidir. Sağlık çalışanlarının ihtiyaç sahiplerine etkili tıbbi yardım sağlayabilmeleri
için fiziksel ve duygusal zararlardan korunmalarını sağlayacak önlemlerin alınması çok önemlidir. Bunu
yaparak, bu yıkıcı doğal afetin etkisini en aza indirmeye yardımcı olabilir ve etkilenenlerin iyileşmeleri için
ihtiyaç duydukları bakımı almalarını sağlayabiliriz.

Devamını Oku

Ekibimiz

image description

Dr. Saadet ADIGÜZEL

60.01.002
image description

Dr. Ebru Terzi

60.01.001
image description

Dr. Leyla GÜLTEKİN

60.01.003
image description

Dr. Tuncay ÖZER

60.01.004
image description

Uzm.Dr. Ahmet ARSLAN

60.01.005
image description

Dr. Ebru ESEN

60.01.0056
image description

Uzm.Dr.Aytekin GİDEN

60.01.067
image description

Dr. Enver GERVAN

60.01.068
image description

Sevgi KOŞAR

60.01.001
image description

Özge DEMİR

60.01.002
image description

Çiğdem DESTEBAŞI

60.01.003
image description

Nebahat BİCE

60.01.004
image description

Eda Yakın ALPAT

60.01.005
image description

Selma KORKMAZ

60.01.056
image description

Şefika KAYGISIZ

60.01.067
image description

Sevcan İPEK

60.01.068
image description

İsminur ÇITAK

image description

Meltem ÇETİN

image description

Öznur KARAYEL

image description

Merve ÇETİNBOLAT

image description

Saniye KABLAN

image description

Ünzile ARMAĞAN

Makaleler

  • image description

    Diyabet

    • 7 yıl önce

    Diyabet Nedir?
    Diyabet kronik, pankreasın yetersiz veya hiç insülin üretmemesiyle karakterize, Geker yüksekliğiyle seyreden bir hastalıktır. insülin,
    Gekerin enerji olarak kullanılabilmesi için hücreye girmesini sağlamakta gerekli bir hormondur. Gnsülin miktarının veya etkinliğinin
    azalmasına bağlı olarak kan Gekeri yükselir.(Hiperglisemi). Bu durum uzun dönemde birçok doku ve organlarda hasara yol açar.
    Diyabetin iki önemli ve belirgin tipi vardır:
    Tip 1 diyabet
    Tip 1 diyabet otoimmün mekanizmalara bağlı olarak insülinin pankreasta hiç üretilmediği ya da çok az üretildiği tiptir. ‹nsülin vücutta hiç
    bulunmadığından, diyabet ancak insülin enjeksiyonu veya pompayla tedavi edilebilir. Ayrıca tip 1 diyabete juvenil diyabet de denir.
    Genellikle çocuk yada genç eriGkin çağda ortaya çıkar.
    Tip 1 diyabet, bazen, insüline bağımlı, genetik olarak yönlendirilmiG veya erken baGlangıçlı diyabet olarak adlandırılır. Tip 1 diyabetli
    hastalar genellikle insülini hiç üretmemektedirler.
    Tip 1 diyabet herhangi bir yaGta da çıkabilir, fakat genellikle çocuklarda ve genç eriGkinlerde oluGur. Hasta kiGiler, kanlarındaki glukoz
    seviyesini kontrol etmek için her gün insülin enjeksiyonu yapmak zorundadırlar. Eğer Tip 1 diyabetli kiGiler insülin bulamazlarsa diyabet
    komasına girerler.
    Uluslararası Diyabet Federasyonu, dünyada en az 17 milyon kiGide Tip 1 diyabet olduğunu tespit etmiGtir
    Tip 2 diyabet
    Tip 2 diyabet daha çok insülin direnciyle karakterizedir. Tip 2 diyabette insülin yeterince düzenli salınıp etkili olamamaktadır. Aslında
    insülin miktarları normal, hatta fazla bile olabilir. Sıklıkla egzersiz ve diyet, tedavide en etkin yöntemlerdir. Bununla beraber tedaviye ilaç
    ve bazen insülin de eklemek gerekebilir. Tip 2 diyabet en sık görülen tip olup toplumda rastlanma sıklığı oranı %90.dır ve dünyada
    yaklaGık 246 milyon insan tip 2 diyabetlidir.
    Tip 2 diyabetli kiGilerde, insülin üretimi azdır veya onu yeterince kullanamamaktadırlar.
    Genellikle insülin enjeksiyonu gereksinimleri yoktur. Yalnızca diyet veya oral tabletler (ağızdan alınan ilaçlar) ile tedavi olabilirler.
    Tip 2 diyabet, insüline bağımlı olmayan diyabet veya geç baGlangıçlı diyabet olarak da adlandırılır. Tip 2 diyabetli kiGilerin genellikle
    insülin gereksinimleri yoktur. Genellikle, diyetlerini kontrol ederek, düzenli egzersiz yaparak, ağızdan ilaç ve bazen de insülin alarak
    kanlarındaki glukozu kontrol edebilirler.
    Tip 2 diyabet, 45 yaGından büyük GiGman kiGilerde en yaygındır. Bununla birlikte, artan obezitenin bir sonucu olarak, çocuklarda ve genç
    eriGkinlerde de yaygın hale gelmektedir. Tip 2 diyabet en yaygın diyabet tipidir, tüm diyabetlilerin %90-95.ini oluGtururlar.
    Eğer tip 2 diyabetli kiGilerde tanı erken konmaz ve tedavi edilmez ise, ölüme bile yol açabilen ciddi komplikasyonlar geliGebilir.Tüm
    dünyada milyonlarca kiGi hastalığını bile bilmeden veya yeterli tıbbi bakıma ulaGmadan Tip 2 diyabetli olarak yaGamaktadırlar.
    Uluslararası Diyabet Federasyonu, dünyada en az 170 milyon kiGide Tip 2 diyabetli olduğunu tahmin etmektedir.
    Her iki tip Geker hastalığı da ciddi etkileri olan hastalıklar olup çocuklarda her iki tip diyabet de oldukça sık bulunmaktadır. Rastlanma
    sıklığındaki artıG, özellikle çocukları korumanın ciddiyeti açısından önemlidir.
    Diğer Diyabet Tipleri
    Bir diğer diyabet tipi, bazen gebe kadınlarda oluGan, geçici bir diyabet formudur. “Gestasyonel Diyabet” olarak adlandırılmaktadır.
    Hamilelik tamamlandığında genellikle kaybolmaktadır. Bu tip diyabeti olan kadınlar, daha sonraki zamanlarda, yüksek oranda, Tip 2
    diyabet geliGtirme riskine sahiptirler (%15).
    Bazı çocuklar tip 1 ve tip 2 arası mixt tip diyabet belirtileri gösterirler. Bu tip diyabete hybrit de denir. Çifte diyabet olarak da adlandırılan
    bu diyabet tipi, özellikle GiGman çocuklarda çok görülmektedir.
    Bunlara ek olarak bir de ileri yaGta görülen, tip1 benzeri diyabet vardır, MODY adı verilir.
    Neden Dikkatli Olmalısınız ?
    Gstatistikler Korkutucudur...
    1985.te, tüm dünyada, tespit edilen 30 milyon diyabetli vardı. Bugün, 230 milyondan fazla diyabetli mevcuttur. YaklaGık 20 yılda, hemen
    hemen yedi kat artma olmuGtur. Eğer bu epidemiyi yavaGlatmak için hiçbir Gey yapılmaz ise, 25 yıl içerisinde, sayı 350 milyonun üzerine
    ulaGacaktır.
    Diyabet Komplikasyonları maliyetinin, tüm dünyada total sağlık hizmetleri harcamalarının %5-10.unu oluGturduğu tahmin edilmektedir.
    Diyabet, geliGmiG ülkelerde, eriGkin yaG çalıGma grubunda kısmi görme kaybı ve körlüğün temel nedenidir.
    Diyabete bağlı parmak veya bacak amputasyonları, kazalarda oluGan amputasyonlara göre daha fazladır.
    Diyabetli kiGiler daha fazla kalp infarktüsü ve felç geçirme riskine sahiptir.
    Diyabetli kiGiler çok yüksek bir böbrek hastalığı geliGtirme riskine sahiptir.
    Ülkelerin tahminen %25.i, kendi ulusal sağlık planlarında diyabet bakımında herhangi bir özel önlem almamaktadırlar.
    Kimler Diyabet Olur ?
    Herhangi bir kimse, herhangi bir yerde, herhangi bir yaGta diyabetli olabilir.
    Birçok eriGkin, semptomları tanınmadan birkaç yıl önce diyabetli olmuG olabilir. Tanı konduğu sırada, bunların bir çoğunda, diyabet
    komplikasyonları geliGmeye baGlamıGtır -Görme azalması, böbrek yetmezliği, kalp hastalığı, felç ve sinir hasarı gibi-. Dünyanın birçok
    yerinde de, hiç teGhis edilmemiG birçok diyabetli vardır.
    Diyabeti erken ortaya çıkarmak demek, tedavisinin daha kolay ve ciddi komplikasyon riskinin önemli ölçüde azaltılabilir olması demektir.
    Diyabetin geliGmesine yardımcı birçok risk faktörleri vardır.
    Tip 1 Diyabet Gçin Risk Faktörleri:
    Bunlar, çok iyi tanımlanmamıGlardır. Fakat, genetik ve çevresel faktörlerin bu tip diyabet geliGimi için tetikleyici rol oynayabildiği
    görülmektedir. Esas etken, oto-immün mekanizmasının bozukluğudur.
    Tip 2 Diyabet için Risk Faktörleri:
    * YaG: Diyabetli kiGilerin %90- 95.i tip 2 diyabetlidir. Bu tip genellikle 40 yaGın üzerindeki kiGilerde oluGur. Fakat zamanımızda, çocuk ve
    adolesanları da önemli ölçüde etkilemektedir. YaGlandıkça, diyabet riski artmaktadır.
    * giGmanlık: Tip 2 diyabetli kiGilerin %80.inden fazlası kiloludur. Ne kadar kilolu olursanız o kadar yüksek diyabet riski taGırsınız.
    * Diyabete GliGkin Aile Hikayesi: AraGtırmalar, eğer yakın aile üyelerinde bir diyabet hikayesi var ise kiGilerin daha fazla risk altında
    olduğunu göstermiGtir. Akrabalık ne kadar yakın ise, diyabet riskiniz de o kadar yüksektir.
    * Fiziksel Aktivite: AraGtırmalar aktif bir hayat sürdürmeyen kiGilerin, daha fazla tip 2 diyabet geliGme riskinde olduğunu göstermiGtir. Ne
    kadar az egzersiz yaparsanız diyabet geliGme olasılığı o kadar yüksektir.
    * BozulmuG Glukoz Toleransı (IGT): Sağlıklı bir kiGinin kan Gekeri 70-110 mg/dl (100 mililitre kanda mg olarak glukoz) arasındadır. Veya
    3.9-6.0 mmol/L arasındadır. BozulmuG glukoz toleransı, normalden daha yüksek bir kan glukoz seviyesidir. Açık diyabetin baGlangıcıdır.
    *Irk/Etnik Özellikler: Bildiğimiz kadarıyla, ırk ve etnik özellikler bir kiGide diyabet geliGme olasılığını belirlemede önemlidir.
    *Hamilelik Sırasında Diyabet: Bazı kadınlarda, hamilelikleri sırasında “gestasyonel diyabet” adıyla bilinen geçici bir diyabet tipi oluGur.
    Gestasyonel diyabet tüm hamileliklerin %2-5.inde geliGir. Fakat genellikle, hamilelik sonlandığında kaybolur. Bununla birlikte,
    gestasyonel diyabeti olan veya 4 kg veya daha büyük bebek dünyaya getiren kadınlarda, yaGamlarında daha geç bir dönemde, daha
    fazla Tip 2 diyabet geliGme olasılığı vardır.
    Diyabetin Uyarıcı GGaretleri Nelerdir?
    KiGilerde, farklı uyarıcı iGaretler vardır ve bazen bunlar çok açık iGaretler olmayabilir. Fakat iGaretlerin bazıları, genel olarak tanıya yönelik
    iGaretlerdir.
    Yaygın Olarak Gözlenen Uyarıcı GGaretler
    Tip1 Diyabet:
    Tip 1 diyabetin baGlangıcı genellikle birdenbire ve dramatiktir (saman alevi gibi). AGağıdaki semptomları içerebilir:
    * Anormal susama ve ağız kuruması,
    * Sık idrara çıkma,
    * Kol ve bacaklarda yorgunluk/Enerji azlığı,
    * Sürekli açlık hissi,
    * Ani kilo kaybı,
    * YavaG iyileGen yaralar,
    * Tekrarlayan infeksiyonlar,
    * Bulanık görme.
    Tip 2 Diyabet:
    Yukarıda listelenen aynı semptomlar tip 2 diyabetli kiGilerde de gözlemlenebilir. Fakat, genellikle, semptomlar daha az belirgindir. Tip 2
    diyabetin baGlangıcı yavaGtır ve sonuçta tespit etmek güç olabilir. Gerçekten de, tip 2 diyabetli bazı kiGiler, erkenden hiçbir belirgin
    semptom göstermezler. Bu kiGilerde çoğunlukla hastalık tablosu birkaç yıl sonra teGhis edilir. O zaman birçok komplikasyon geliGmiG
    olarak karGımıza gelir.
    Diyabet olabileceğini düGünen kiGiler ve ailesinde diyabet olan ve yukarıdaki belirtileri olanlar bir diyabet uzmanına muayene olmalıdırlar.
    Tip 2 diyabet özellikle 40 yaG üstündeki insanlara ciddi zararlar veren bir hastalıktır. Ancak son dönemlerde özellikle GiGman ve
    hareketsiz çocukların artıGı ile beraber çocuk ve genç yaGta tip 2 diyabetli sayısı artmaktadır. Bu artıGın, beslenme biçimindeki değiGime
    bağlı olduğuna inanılmaktadır. Dünyada yüksek yağ içeren yiyeceklerin artıGı, lifli gıdaların alınmaması, ailelerin evde yemek yerine
    kolaycılığı seçip dıGarıdaki hazır yiyeceklere yönelmelerinin bunda etkisi olduğu düGünülmektedir.
    Tip 2 diyabetlilerin büyük çoğunluğu (%85.i), tanı konduğu anda GiGmandır. Dünyada her 10 çocuktan birinin kilolu olduğu
    düGünülmektedir. YaklaGık 30-45 milyon çocuğa denk gelen bu grubun 22 milyonu 5 yaGın altındadır. Tüm bu çocuklar yüksek diyabet
    riski altındadır.
    Diyabetin Komplikasyonları Nelerdir ?
    Diyabet, yaGam boyu süren, dikkatli kontrol gerektiren kronik bir hastalıktır. Gerektiği gibi kontrolü olmaz ise, kardiyovasküler hastalık,
    böbrek yetmezliği, körlük ve sinir hasarı gibi çeGitli komplikasyonlara yol açabilirler.
    Kısa Süreli Komplikasyonlar
    DüGük Kan gekeri (Hipoglisemi): Gnsulin kullanan bir kiGi, sık sık kan Gekerinin çok düGük seviyelere düGme problemi ile karGılaGabilir.
    Buna, ihtiyaçdan fazla insülin yapmak, aGırı egzersiz yapmak veya yeterli karbonhidrat almamak yol açmıG olabilir. Hipoglisemi biraz
    Geker yiyerek hızla düzeltilebilir. Eğer düzeltilmez ise kiGinin bilincini yitirmesine yol açabilir, acil hastane tedavisi gerektirir. Bunu
    önlemek için diyabetli hastaların daima yanlarında kan Gekerini hemen yükselten glucagon iğnesi bulundurması gerekir.
    Diyabetli kiGinin hipoglisemiden korunmak için belirtilerini bilmesi çok önemlidir. Kan Gekeri düGmesi hastada; acıkma, baygınlık, fenalık,
    terleme, el, ayak titremesi, daha sonra Guur kaybı gibi belirtiler gösterir.
    Hiperglisemi ve Ketoasidoz:
    Kan Gekeri çok yükseldiğinde (>300 mg%) organizma, yağları yakıt olarak kullanır. Vücut yağları parçalandığında, keton diye bilinen asitli
    atıklar oluGur. Vücut çok fazla miktardaki ketonları harcayamaz veya önleyemez ise bunları idrar yolu ile atıp tüketmeyi dener. Ancak,
    vücut tüm ketonları serbestleGtiremez ve kanda birikirler. Bu durum ketoasidoz denen tabloya yol açar. Ketoasidoz, insülin yokluğu ile
    ortaya çıkan ciddi bir durumdur. Esas olarak, tip 1 diyabetli kiGilerde çokça, tip 2 diyabetlilerin ayarsız olanlarında da daha nadir görülür.
    Genellikle kötü kontrollü yada tedavi almayan tip1 diyabetlilerde görülür. Vücut, Gekere ihtiyacı olmasına rağmen insülin olmadığından
    Gekeri baGka yollarla elde eder. Bu yol, yağlardır ve yağlardan Geker elde ederken bu normal olmayan üretim aynı zamanda keton
    oluGmasına da neden olur.
    KETON ARTIgI VE BELGRTGLERG:
    • Hızlı nefes almaya,
    • Kalp atıGında artıGa,
    • Karın ağrısına,
    • Kusmaya,
    • Halsizlik ve ağızda elma çürüğü kokusuna neden olur.
    Diyabetik ketoasidoz dünyada tip 1 diyabetli çocukların ölümüne neden olmaktadır. Eğer tedavi edilmezse %100 ölümcüldür. Genellikle
    beyinde GiGme (edem) ile ölüm olur ve bu ölüm nedeni çocuklara özgüdür..
    Yeni baGlayan tip 1 diyabetli çocukların %40.ında DKA görülür. Özellikle daha tanı konulmamıG çocuklarda, yüksek Gekerin uzun süre
    devam etmesi Giddetli ketoasidozise neden olur. Tanı konulamayan tip 1 diyabetli çocukların en önemli belirtilerinden biri ise gece
    terlemesidir. Yatak ıslak uyanırlar. Bu gibi ön bulguları anlatan posterler geçen yıl italya.da ailelerin çocuklarındaki hastalığı daha erken
    görmesini sağlamıG ve ketoasidoz vakaları %78 den %12.5.a inmiGtir.
    Diyabetli çocuklar tam sağlıklı ve üretken bir yaGam sürebilirler...
    Laktik Asidoz:
    Nadir görülen bir komplikasyondur. Laktik asidoz, laktik asidin vücutta birikmesidir. Hücreler, enerji için glukozu kullandıklarında, laktik
    asit yaparlar. Eğer, fazla miktarda laktik asit vücutta kalıyor ise denge bozulur ve kiGi kendisini hasta hissetmeye baGlar. Laktik asidoz
    nadir bir durumdur ve esas olarak tip 2 diyabetli kiGileri etkiler.
    Bakteriyel/Mantar Gnfeksiyonları:
    Diyabetli kiGiler bakteri ve mantar infeksiyonlarına daha yatkındırlar. Gnfeksiyonlar, sıklıkla idrar yolları ve üst nefes yollarında ve deride
    ortaya çıkabilir.
    Mantar infeksiyonları, atlet ayağı, ciltte yuvarlak oluGumlar ve vaginal infeksiyonlar da çok görülen problemlerdir.
    Uzun Vadeli Komplikasyonlar
    Göz Hastalığı:
    Göz hastalığı veya retinopati, geliGmiG toplumlarda eriGkin yaG grubunda görme azalması ve körlüğün en önemli nedenidir. 15 yıllık
    diyabeti olan hastaların yaklaGık %2.sinde legal olarak görme kaybı, %10.unda ise ciddi anlamda görme azalması vardır.
    Böbrek Hastalığı:
    Diyabet, böbrek hastalığının (nefropati) en önemli nedenlerinden biridir. Diyabetli tüm kiGilerin yaklaGık 1/3.ünde böbrek hasarına ratlanır
    ve Tip 1 diyabetli hastaların yaklaGık %20.sinde böbrek yetmezliğine götüren fonksiyon bozuklukları oluGur.
    Sinirleri Tutan Komplikasyonlar:
    Diyabetik sinir hastalığı veya nöropati diyabetli tüm kiGilerin en az yarısını etkiler. Farklı nöropati tipleri vardır. Bunlar, ayaklarda, bazı
    vakalarda ellerde, duyu kaybına, ayakta ağrıya neden olur ve kalbi, gözü, mideyi, mesane ve genital organları içine alan somatik organ
    nöropatiye yol açar.
    Ayaklarda duyu kaybı, diyabetli kiGilerin farkına varmadan ayaklarını yakmalarına ve yaralamalarına yol açar. Bu yaralanmalar ülserlere,
    gangrenlere ve zamanında tedavi olmazlarsa muhtemelen amputasyonlara neden olabilir.
    DolaGım Sistemi Hastalıkları:
    DolaGım sistemi hastalığı veya kardiyovasküler hastalık tip 2 diyabetlilerde diyabet süresi ve Giddeti ile paralel bir artma gösterir. Avrupa
    orijinli diyabetliler arasındaki tüm ölümlerin %75.ini kalp-damar hastalığı oluGturmaktadır.
    Amerika BirleGik Devletleri.nde, koroner kalp hastalığı, 45 yaG üzerindeki diyabetli kiGilerin %8-20.sinde mevcuttur. Kalp hastalığı riskleri,
    diyabetli olmayan kiGilerden 2-4 kez daha fazladır. Endüstriyel ülkelerde tip 2 diyabetli kiGiler için en temel ölüm ve sakatlık nedenidir.
    Amputasyon
    Diyabet, yaralanma veya travma sonucu olan amputasyonlardan sonra en yaygın amputasyon nedenidir. Diyabetli kiGiler, genel
    popülasyona kıyasla, alt ekstremite amputasyonuna 15-40 kez daha fazla maruz kalırlar.
    Diyabetin Tedavisi
    Bugün diyabeti, tamamen iyileGtirici bir tedavi yoktur. Ancak, etkin tedavi vardır. Eğer, uygun ilaçlar, kaliteli bakım ve iyi tıbbi beslenme
    alabiliyorsanız aktif ve sağlıklı bir hayat sürdürebileceksiniz ve komplikasyon geliGme riskini azaltmıG olacaksınız.
    Gyi diyabet kontrolü, mümkün olduğunca normale yakın kan Gekeri seviyelerini muhafaza etmek demektir. Bu ,aGağıdakilerin bir kombinasyonu ile baGarılabilir.
    Kontrollü Diyet
    Yiyecekler, kan Gekeri düzeyini yükseltirler. Diyabetli kiGiler, herhangi bir kimse gibi, dengeli bir diyete ilave olarak karbonhidratlı besinleri
    ölçülü almak zorundadırlar.
    Fiziksel Aktivite
    Egzersiz kan Gekerini düGürür. Gnsulin gibi, vücudun kendi kan Gekerini etkin bir Gekilde kullanmasına yardım eder. Egzersiz, kilo
    kaybetmenize de yardımcı olur.
    Glaçlar
    Diyabet tedavisinde kullanılan ilaçlar iki türdür.
    1)Gnsülinler
    2)Ağız yolu ile kullanılan tabletler
    Gnsülin kan Gekeri seviyelerini en etkili düGüren maddedir. Tip 1 diyabetli kiGiler, yaGantılarını normal düzeyde sürdürebilmek için günde
    2-3, hatta 4 defa insülin yapmak zorundadırlar.
    Tip 2 diyabetli kiGiler, kan Gekerlerini düGürmek için oral hipoglisemik ilaçlara ihtiyaç duyarlar, çok az bir kısmı da insulin enjeksiyonu
    ihtiyacında da olabilirler.
    Diyet, insülin, ağız yolu ile alınan ilaçlar ve egzersizin dengesini doğru olarak oluGturmak çok önemlidir.
    Bu dengeyi baGarmak, diyabetli bir kiGi için yaGam boyu, usanmadan sürecek bir disiplin gerektirir.
    Amerika BirleGik Devletleri.nde ve Kanada.da yapılan Diyabet Komplikasyonlarını Kontrol ÇalıGması (DCCT) ve Gngiltere.de , Oxford
    Üniversitesinde yapılan Diyabet ÇalıGması (UKPDS) sonunda, kan Geker seviyelerini mümkün olduğunca normal seviyelere yakın tutma
    giriGimi ile diyabetin komplikasyonlarının geliGimini geciktirme ve önleme de çok yararlı olduğu ortaya konmuGtur. Bu çalıGmalarda;
    * Göz Hastalığı geliGtirme riskinde %76.ya kadar bir azalma,
    * Böbrek Hastalığı geliGme riskinde %50.ye kadar bir azalma,
    * Sinir Hastalığı geliGme riskinde %60.a kadar bir azalma,
    * Felçlerde %33 den fazla bir azalma,
    * Uzun vadeli komplikasyonlardan ölümde %33.e kadar bir azalma olduğu bu uzun süreli ve binlerce hasta üzerinde yapılan çalıGmalarla
    ortaya konmuGtur.
    Sağlıklı YaGam Tarzı
    Gyi haber, her Geker hastasının normal insanlar gibi bir hayat sürdürebilmesidir. Bunun sırrı, iyi kontrolde yatmaktadır. Böylece diyabet
    sizi değil, siz diyabeti kontrol edeceksiniz. AGağıdakiler, dört unsurlu sağlıklı bir yaGam tarzı planını uygulamak için önemli kılavuzlardır.
    * Dengeli bir diyet
    * Fiziksel aktivite
    * Tıbbi yardım (Glaç)
    * Sosyal yaGamın düzenlenmesi
    Diyabetimiz olsun olmasın, sağlıklı bir Gekilde beslenmelisiniz ve düzenli olarak egzersiz yapmalısınız. Sağlıklı bir yaGam tarzı tip 2
    diyabetin baGlamasını önlemeye ve mevcut hastalığı olanlarda diyabete bağlı komplikasyonları sınırlamaya yardımcı olabilir.
    Dengeli Bir Diyet
    Çok iyi dengeli, sağlıklı yeme planı, diyabetli tüm kiGiler için iyi bir kan Gekeri kontrolünü sağlamada köGetaGı görevini üstlenmektedir.
    Gnsülin veya tabletler ile tedavi edilmiG olup olmadığınıza bakılmaksızın siz her zaman, bilinçli bir yeme planını izlemek zorundasınız.
    Yani, diyabetik denilen diyet gerçekte bir diyet değildir. Fakat, tüm aile için ideal olan sağlıklı bir yeme planıdır. Sağlıklı yemek, yalnızca
    kan Geker seviyelerini kontrol etmeye yardımcı olmaz (böylece diyabete bağlı komplikasyonların baGlangıcını da geciktirir), fakat aynı
    zamanda vücut kilosunu korumaya ve kalp hastalığını önlemeye yardımcı olur. Eski bir deyiG olan “Ne yerseniz, O.sunuz” cümlesi
    kesinlikle doğrudur. Kan Gekeri seviyeleri yediğiniz her Geyden etkilenmektedir. Akıllı yemek seçimleri sağlıklı bir yaGam ve hastalığı önlemek için anahtar görevini görür.
    Fiziksel Egzersiz
    Günümüzde, eriGkinlerin çoğu ve giderek artan sayıda çocuklar, inaktif bir yaGam tarzı sürdürmektedirler. „Fitnes., geliGmiG ülkelerde
    moda olmasına rağmen, biz bunu uygulamada hala aktif değiliz. Fiziksel aktivite herkes için çok önemlidir. Egzersiz, „fitnes.in
    geliGmesine yardımcı olur, kalori yakar ve böylece beden yağlarını azalır ve kas tonusü artar. Fiziksel aktivite iyi bir sağlık için anahtar
    görevini görür.
    Diyabetli kiGiler için, egzersiz kan Gekerini düGürür, aynı zamanda, vücudumuzun kan Gekerini etkili bir Gekilde kullanmaya yardımcı olur
    (Gnsulin duyarlılığını arttırır). Kilo kontrolü ve psikolojik olarak kendini iyi hissetmeyi de sağlar.
    Farmakolojik Yardım
    Gnsülin kan Gekeri seviyelerini azaltan bir maddedir. Vücut kendi insülinini yapamadığında (Tip 1 diyabetlide olduğu gibi, dıGarıdan insülin
    vermek tedavinin esasını teGkil eder. Tip 1 diyabetli kiGiler, sorunsuz ve iyi ayar için günlük yoğun insülin tedavisine ihtiyaç duyar. Planlı
    yaGamak, kan Gekerlerini düzenli kontrol etmek (self-monitoring) ve ona göre insülin dozlarını ayarlamak ve doktoru ile iliGki kurmak en
    önemli görevi olmalıdır.)
    Tip 2 diyabette, bir miktar insülin vücut tarafından üretilir. Fakat ihtiyacı karGılayacak yeterlilikte değildir. Tip 2 diyabetli kiGiler, kan
    Gekerini düGürmek için oral hipoglisemik ilaç kullanırlar ve bazıları insülin enjeksiyonu ihtiyacında olabilirler (Tip 2 diyabetli kiGilerin %30.u
    durumlarını kontrol için biraz veya tamamen enjeksiyon ihtiyacında olabilirler). Buradaki önemli nokta, durumunuza uygun yeterli yardım
    aldığınızdan ve yaGamınızda gerekli ayarlamalar yaptığınızdan emin olmaktır. Kontrol eden kiGi siz olmalısınız (Self-monitoring).
    Sosyal YaGam
    Bir sosyal yaGama sahip olmak demek, diyabetlide sağlıklı yaGam tarzının gerekli bir parçasıdır. Diyabetin kontrolü için sağlıklı yaGama
    uyum, Garttır. Sağlıklı bir sosyal yaGam, arkadaGlarla ve aile ile birlikte diyabete ait problemleri önlemek ve stresi azaltmak için gereklidir.
    Bu aynı zamanda diyabetin istenmeyen belirtilerini ve yan etkilerini azaltır.
    Dengeli ve bilinçli bir diyetle, bir partide eğlenmek veya bir kutlamada bulunmak doğaldır. Sağlıklı bir yiyecek rehberi herkese tavsiye
    edilebilir ve bu Gekilde beslenmek, sıkıcı değildir. Egzersiz de ilave edilirse sosyal yaGamınız daha renkli ve düzgün olur. ArkadaGlarla ve
    aile ile yürüyüGe çıkmak ve bir arkadaG ile lokal bir spor kulubüne üye olmak, egzersizi eğlenceli hale getirebilir. Ve hem vücut ve hem de
    zihinsel rahatlık için büyük bir fırsat sunar.
    Diyabetten Korunmak Gçin Ne Yapabilirim ?
    Korunma
    Diyabetin bizzat kendisi ve risk faktörleri için halka iliGkin ve profesyonel farkındalık düzeyi, onun kontrolü ve korunmasına doğru atılmıG
    önemli bir adımdır. Bu kapsamda,
    • Temel Korunma
    • Gkincil Korunma vardır.
    Temel Korunma; kiGileri tanımlar ve onları diyabet geliGtirme riskinden korur. Böylece hem diyabet bakımı ihtiyacını ve hem de diyabete
    iliGkin komplikasyonların tedavi ihtiyacını azaltacak bir etkiye sahip olurlar.
    Tip 1 diyabetden korunulabileceğini gösteren bir olay yokken, tip 2 diyabet için temel korunma potansiyel olarak mevcuttur (kilo ve
    fiziksel aktivite).
    Kilo kontrolünü ve artmıG fiziksel aktiviteyi hedefleyen yaGam tarzı değiGimleri, tip 2 diyabetin korunmasında önemli, genel unsurlardır.
    Vücut kilosunu azaltmanın ve fiziksel aktiviteyi arttırmanın yararları tip 2 diyabetle sınırlandırılamaz. Aynı zamanda, kalp hastalığını ve
    yüksek kan basıncını azaltmada da bir rol oynamaktadır.
    Gkincil Korunma; komplikasyonları erken saptamayı ve korunmayı içermektedir. Böylece tedavi ihtiyacı azalır.
    Diyabetin seyri sırasında erken atılan adımlar, eğer özellikle hastaneye yatmayı önlüyor ise yaGam kalitesine iliGkin olarak daha yararlıdır
    ve maliyeti daha düGüktür.
    Günümüzde iyi kan glukoz seviyeleri kontrolünün bilahare komplikasyon geliGtirme riskini azaltabildiğine ve tüm diyabet tiplerinde
    progresyonu yavaGlatabildiğine iliGkin, sonuçsal olaylar mevcuttur. Yüksek kan basıncı ve artmıG kan lipitlerinin kontrolü eGit Gekilde
    önemlidir.
    DÜNYADA DGYABET :
    gu an dünyada 250 milyon diyabetli bulunmaktadır. Bundan 20 yıl sonra bu rakam 380 milyonu bulacaktır. Diyabet, komplikasyonlarıyla
    çocuk ya da büyük ayrımı yapmaksızın zarar vermektedir. Tip 1 diyabet ise her yıl %3 artmaktadır. Daha da önemlisi okul öncesi yaGı
    çocuklarda bu oran %5.i bulmaktadır. Dünya çapında 70 000 tip 1 diyabetli 15 yaGın altındadır ve hemen hemen günde 200 çocuk bu
    sayıya eklenmektedir. Çocuklarda görülen tip 2 diyabet de dünyada büyük bir hızla artmaktadır. Son 15 yılda %50 artıG gözlenmiGtir. Bu
    artıG hızı, büyüklerde görülen artıG hızına benzer seviyededir. Bugün her iki grup için Geker hastalığı alarm vermektedir.
    GeliGmekte Olan Ülkelerde Diyabetten Korunma;
    GeliGmekte olan dünyanın, gelecekte, artan diyabet epidemisinin yükünü taGıması beklenirken, diyabetten korunma, özellikle bu
    dünyanın geliGmekte olan ülkelerinde güç olmasına rağmen, çok acil bir sorundur.
    Çoğu geliGen ülkelerde, sağlık kuralları ve servisleri, diyabet gibi iletiGimsiz hastalıklar üzerinde daha fazla vurgulama yapmak
    ihtiyacındadırlar. Fakat bu ülkelerin çoğunda ve geliGmiG olanlarda da karar vericiler diyabet bilincinden ve korunmaya yatırım için
    politikasal arzudan yoksundurlar.
    Gelecek araGtırmalar için kaynaklar bulunmalıdır. Glerlemenin sınırlandığı ülkelerde diyabetin monitorize edilmesinde standartların ve
    gözetimlerin kurulması ihtiyacı mevcutdur.
    Diyabet AGısı (Vaccines) Diyabeti Önler mi?
    AGı, bilindiği gibi herhangi bir hastalıkta, hastalık ajanı olan nedenin zayıflatılmıG Geklinin organizmaya verilmesi, organizmanın immün
    sisteminin buna karGı antikor oluGturmasıdır. Burada T cell hücreleri yabancı hücre ile savaGa girerler. Enfeksiyonlarda hadise bu Gekilde
    olur. Gmmün sistemde geliGen bu hücreler organizmada 20 yıl, bazen daha da uzun kalabilirler.
    geker hastalığında hatırlanacağı gibi oto-immün sistem bozukluğuna bağlı olan, tip 1 diyabettir. GeliGen oto-immün reaksiyon T hücre
    yolu ile beta hücrelerine saldırırlar. Virütik enfeksiyonlar direkt etkili değildir fakat indirekt yolla, immün sistem atağının baGlamasına
    neden olurlar.
    Diyabette aGı, immün sistemi frenleyici ve beta hücrelerinin vital immün cevaplarını önleyici olmalıdır. Kanser ve transplantasyonlarda
    kullanılan „immunosupresifler. gibi tüm immün sistemi bloke etmemelidir.
    Timus bezi canlıların immün sisteminin cevabını yapan T hücrelerinin yoğun olduğu yerdir. Bu bezden hazırlanan ekstreler farelerde aGı
    olarak kullanılmaktadır. Beta hücresindeki bazı moleküllerin T hücresini tanıması gerekir. Bu çok zor bir iGtir. Bu moleküllerin verildiği
    kimselerde beta hücresi immün sistem reaksiyonunda bir artıG olmaktadır. Bu reaksiyon diyabeti ağırlaGtırabileceği gibi, diyabeti mevcut
    olmayanda hastalığı ortaya da çıkarabilir. Bazen de diğer oto-immün hastalıklara yol açabilir.
    ÇalıGmalar tip 1 diyabetlilerde immün reaksiyon, kan Gekerinin ani artıGından genellikle 5-10 yıl önce baGlar. gahısların hastalıklarından
    haberleri yoktur.
    Sorun aGının bu dönemlerde mi yoksa daha önce mi yapılması gerektiğidir? Hayvan tecrübelerinde bu aGılama T hücresinin tanıdığı en
    az üç protein molekülünün enjeksiyonu, burundan veya ağızdan verilmesi Geklinde olabilir. Koruyucu etki sıçanlarda hayat boyudur.
    Gnsanlarda aGı olarak insülin, Gad 65 ve heat-shock protein 65 kullanılmaktadır. Bu proteinlerin uyardığı T hücreleri „interleukin
    salgılamaktadırlar. Gnterleuin 10.un protektif (koruyucu) etkisi vardır. „Gnterleukin olması için beta hücresinin mevcut olması gerekir. Beta
    hücresinde bahsettiğimiz proteinlere karGı protektif T hücresi oluGması gerekir.
    gimdilik, tip 1 diyabet gibi oto-immün bir hastalıkta hemen aGıya baGlamanın erken olduğunu fakat, gelecek için çok ümit verici olduğunu
    bilmek gerekir.
    Çocuklarda Ve Ergenlik Çağında Diyabet
    Diyabet her yaGtaki çocukta görülebilir Diyabet çocukluk çağının en sık görülen kronik hastalığıdır. Bebeklikten oyun çocuğuna ve
    ergenlik çağına kadar her yaGtaki çocukta görülebilir.
    Çoğunlukla tanı daha geç yaGlarda konmaktadır ve ancak hayatı tehdit edici oranda Geker yüksekliği ortaya çıktığında anlaGılmaktadır.
    Bazen viral enfeksiyonlarla karıGtırılır.
    Dünyanın birçok bölgesinde tip 1 diyabeti olan çocukların yeterli imkanları olmaması sebebiyle hayatta kalmaları mümkün olmamaktadır.
    Özellikle geliGmemiG ya da az geliGmiG ülkelerde bu durum mevcuttur.
    2007 ve 2008 Dünya Diyabet Günleri bu durumdaki ülkelerde diyabetin farkına varılmasını sağlamak, bilinci arttırmak amacını
    gütmüGtür. Tip 1 ve tip 2 diyabetli çocukların erken tanısının komplikasyonları önlemedeki önemi vurgulanmıGtır.
    SGZGN ÇOCUĞUNUZDA DA DGYABET OLABGLGR MG?
    Diyabetin çarpıcı belirtileri:
    • Sık idrara çıkma,
    • AGırı susama,
    • Terleme,
    • Sık acıkma,
    • Kilo kaybı,
    • Halsizlik,
    • Konsantrasyon bozukluğu,
    • Bulanık görme,
    • Karın ağrısı ve kusma, sık hastalanmadır.
    DGYABETLG ÇOCUKLAR SAĞLIKLI BGR YAgAM SÜREBGLGR:
    Birçok ülkede halen Gekerin büyüklerin hastalığı olduğu gibi bir yanılgı vardır. Bu nedenle çocuklarda tanı gecikmektedir. Bu gecikmeler
    maalesef ölümlere neden olmaktadır. Bu tür bildiriler saysinde çocukların daha erken tanı alması, tedavi yoluna daha erken girmesi,
    eğitilmeleri mümkün olur. Böylece bu çocukların tüm hayatlarını sağlıklı geçirmeleri sağlanabilir. Çocuklar her gün Gekerlerini ölçer,
    insülin yapar, yemeklerini Gekere göre ayarlar. Bir yandan da aynı çocuk, normal çocuklar gibi eğitimine devam eder ve bluğ çağına gelir.
    Bu geliGimin sağlıklı yürümesini sağlayabilmek için çok kiGinin beraber hareketi önem taGımaktadır. Diyabeti tedavi eden ekip kadar aile
    ve okulun da birlikte hareket etmesi lazımdır. Bu Gekilde alınacak önlemler sayesinde tip 1 ve tip 2 diyabetli çocuklar mümkün olan en az
    zararı görürler.
    Çocuklarda Tip 2 diyabetin belirtileri Tip 1 diyabete benzemesine rağmen insülin duyarlılığı %30 azalmıGtır.
    Diyabetle yaGayan çocuk çektiği sıkıntılardan iyi bir psikolojik yardım, duyarlı bir aile ve okulda öğretmenlerinin yardımlarıyla kurtulabilir.
    OKULDA DGYABET:
    Birçok ülkede çocuklar yaklaGık 7 saatlerini okulda geçirmektedir. Okulda farklı birçok sorun diyabetli çocukların karGısına çıkmaktadır.
    geker seviyeleri de değiGmektedir çünkü yemek saatleri ve insülin uygulanmasından doğan sorunlar yaGanmaktadır. Diyabetli çocukların
    okulda daha özgür hareketinin sağlanması, Gekerlerini ayarlamak için önemlidir. Çocukların ihtiyaç duyacağı Geker ölçüm ekipmanları,
    insülin saklama koGulları, atıGtırmalıkların ve hızlı etkili karbonhidratların sağlanması gerekir. Diyabetli çocuklar için çok önemli olan,
    sağlıkçıların veya diyabet tedavi gurubuyla okul çalıGanlarının birlikteliğidir. Ve iyi planlama yapmak gerekir.
    • Gnsülin yapılması ve Geker ölçümü rutin hale getirilmelidir.
    • Çocuğun kendi Gekerini tedavi etme kabiliyeti araGtırılmalıdır.
    • DüGük ve yüksek Gekerin belirtileri iyice öğretilmelidir.
    • Gerekli ekipmanlar sağlanmalıdır.
    • Yiyecekler ve atıGtırmalıklar bulundurulmalıdır.
    • Fiziksel aktivite öğretilmeli ve uygulanmalıdır.
    • Acil durumlarda bağlantıya geçilecek ailenin, doktorların telefon ve adresleri bulundurulmalıdır.
    Bütün bunlar, birlikte çalıGma yöntemiyle uygulandığınoa çocuğun sağlığına daha olumlu yansıyacaktır.
    IDF.GN ÇOCUKLAR GÇGN SAĞLIKLI YAgAM PROGRAMI:
    GeliGmekte olan ülkelerde çocuk diyabeti tedavisi geliGmiG ülkelerdeki gibi değildir. ÇeGitli ülkelerde baGlatılan giriGimlerle bu durum
    değiGtirilmeye çalıGılmaktadır. Ülkemizde de diyabetli çocuklara insülin temini için, insülün bankaları ve eğitim merkezleri kurulmuGtur.
    gGgMANLIK DIgINDA DGĞER RGSK FAKTÖRLERG GSE:
    • Ailede tip 2 diyabet öyküsü,
    • Etnik özellikler,
    • Yüksek kan basıncı,
    • Lipit (kan yağları) bozukluğu,
    • Azalan fizik aktivite
    , • Doğumda düGük ya da fazla kilolu doğmaktır.
    Tip 2 diyabetli çocukların güçlü bir aile hikayesi vardır. Ayrıca bazı gruplarda, etnik kökenlerine bağlı olarak risk daha fazladır. Bu etnik
    grupların en bilineni PGMA yerlileridir. Bununla beraber gebelikte diyabet olan annelerin de çocuklarında daha fazla tip 2 diyabet
    görüldüğü gözlenmiGtir. Gebelik diyabeti, ortaya çıktığında mutlaka çok sıkı tedavi edilmelidir.
    Tip 2 diyabet çocuklarda çok yavaG seyirle geliGir. Sıklıkla ergenlik çağında görüldüğü bilinmektedir. Belki de insülin duyarlılığı bu yaGlara
    doğru azalmaktadır. Çünkü bu yaGlarda vücudun %30 oranında değiGimi söz konusudur. Çocuktaki tip 2 diyabet, tip1 diyabete benzer
    bulgular gösterir, ancak daha hafif seyreder. Bazı çocuklarda ise büyüklerde görünen semptomların tamamı görülmeyebilir. Bu gizli kalıG,
    diyabetin çocuklara daha çok zarar vermesine neden olur. Örneğin bazı çocuklarda tanı konduğu anda zararların oluGtuğunu tespit
    edilmiGtir. Büyüklerde görünen komplikasyonların çocuklarda daha az görüldüğü gibi bir yanılgıya düGülmemelidir. Kalpteki zararların,
    yüksek tansiyon ve anormal kan yağlarının artıGının çocuklarda da aynı oranda görüldüğü bilinmelidir.
    Çocuklarda ve büyüklerde diyabet tedavisi hayat boyu sürer. Aslında çocukların tedavisini yapmak, onlara özgü zorluklar içerir. Bu
    zorlukları Göyle sıralamak mümkündür.
    • En temel farklılık bu çocukların büyüme çağında olmalarıdır.
    • Yine önemli bir sorun da ailelerin çocuğun yemek biçimine yardım edememeleridir. Çünkü çocuk çok gençtir ve hastalığın bilincinde
    değildir.
    • Bununla birlikte çocuğun tedavisi daha çok kiGinin birlikte hareketini gerektirir;
    örneğin çevrenin çocuğu takibi önemlidir;
    ayrıca okulun çok büyük önemi vardır.
    DGYABET FARKLI YAgLARDA FARKLI SORUNLARLA KARgIMIZA ÇIKAR!
    Okul öncesi çocuklardaki zorluklar
    • Aileye ve sağlık çalıGanlarına bağlı olan sorunlar,
    • Normal olmayan yemek çeGitleri ve aktivite,
    • Gnsülin yaparken ve Geker ölçerken çocuğun canının acıması,
    • Hipoglisemiler.Okul çağı çocuklardaki zorluklar
    • Okul ve çevre değiGikliği nedeniyle zorluklar yaGanır.
    • BaGka çocuklarla birlikte olmanın getirdiği zorluklar vardır.
    • Çocukların kan Gekerini kendi ayarlamayı öğrenmesinden kaynaklanan sorunlar vardır.
    • Kan Gekerlerini okula ve çevreye adapte etmeleri yine bir zorluktur.
    BÜYÜDÜKTEN SONRA YAgANAN ZORLUKLAR:
    • Ergenlik çağında insülin hassasiyeti artar.
    • Çocukluktan hızla olgunluğa geçiG baGlı baGına bir sorundur.
    • Depresyon ve korkular önemli bir risktir.
    Çocuk diyabetinde temel amaç, çocukların Gekerden zarar görmelerini engellemek ve komplikasyonları azaltmaktır. Bunu yaparken
    çocuğun normal geliGimini de sürdürmesi sağlanmalıdır. Bu yaklaGımın uygulanması, aynı zamanda çocukların yüksek ve düGük
    Gekerden korunması demektir.
    Tip 1 diyabetli çocuklar günde 3.ten daha fazla insülin veya pompa kullanırlaken, tip 2 diyabetli çocuklar hap veya insülin ya da her ikisini
    beraber alabilirler. Kanıtlar tip 2 diyabetli çocukların insülin kullananlarının büyüklere göre daha fazla olduğunu gösteriyor. Ayrıca ilaçlar
    dıGında bu çocukların iyi diyet ve egzersiz yapmaları, Geker seviyesini düzeltmek için çok önemlidir.
    Egzersiz her iki tip diyabet için de çocuklarda çok önemlidir. Bu sayede kan Gekeri düGerken insülin duyarlılığı artar ve vücut yağ oranı
    azalırken kas kitlesi artar. Bu sayede kalp problemleri ve tansiyon sorunları da azalır.
    Çocukları tedavi ederken birçok Geyi birlikte yapmak gerekir. geker hedeflerini belirlemek, kan Gekerini sıklıkla ölçmek, sıklıkla insülin
    yapmak ve ilaçla beraber diyetin iyi yapılması önem taGımaktadır. Eğitim, diyabet tedavisinin anahtarıdır. YaGa bağlı olarak çocuklar
    aileleriyle birlikte eğitim sayesinde Gekerlerini ayarlayabilirler.
    Ailenin eğitimi de çok önemlidir. Sağlıkçılar, aile, ailenin diğer fertleri, okuldaki öğretmenler hep beraber doğru eğitimle tedavinin daha iyi
    gitmesini sağlayabilirler. Böylece gelecekte oluGacak sorunlar çok önceden önlenmiG olur. Diyabet eğitimi yaGa ve bölgesel farkılılıklara
    bağlı olarak çocuğa özgü verilmelidir.
    KORUNMA ÖNLEMLERG:
    • Günümüzde tip 1 diyabetin oluGumu önlenemiyor. Diyabetin sebebi halen araGtırılmakta ve bilinmeyen yönleri bulunmaya
    çalıGılmaktadır.
    • Tip 2 diyabet ise baGlangıçta önlenebilir bir durumdur; çünkü çoğu zaman GiGmanlığa ve hareketsizliğe bağlanmaktadır.
    • Çin.de, Finlandiya.da ve Amerika BirleGik Devletleri.nde yapılan çalıGmalarda, egzersizle kilo kaybedince hastalığın oluGmadığı
    gözlenmiGtir.
    • Dünyadaki birçok ülke, okullarda ve topluma yönelik olarak, genel anlamda sağlıklı yaGamı ve sağlıklı çevreyi öğreten eğitim
    programları ve dersleri desteklemektedir.
    • Okulların bir kısmı kantinlerde daha çok meyve ve sebze yemeyi özendirmektedir. Bazı okullarda ise çocuklar Gekerli içecekleri
    azaltmaya ve aktiviteye yönlendirilmektedir.
    • Ayrıca bazı sağlıkçılar vücut kitle indeksi ölçümü yaparak, çocukların aileleriyle bu durumu tartıGıp çözümler aranmasını sağlamıGlardır.
    • Bazı bölgesel kuruluGlar da hayat boyu sağlıklı yaGamı öğretmek için kolları sıvamıGlardır.
    • Bilgilendirici okul programları birçok bölgede öne çıkmaktadır.
    • Konuyla ilgili televizyon ve radyo programları da yapılmaktadır.
    IDF
    • Diyabet ve komplikasyonları hakkında dünyayı bilgilendirmek,
    • Diyabet eğitimlerini desteklemek,
    • Eğitim tedavi ve değiGimler için ülkelere destek vermek,
    • Diyabetlilerin haklarını savunmak ve
    • Diyabeti önlemek ve bakımını sağlamak için çalıGıyor.
    Hükümetler tip 2 diyabetin tanınmasına halk sağlığı için çok önem vermektedirler
    IDF, 1950.de kurulmuG ve 160 ülkede 200 diyabet cemiyetinin üye olduğu büyük bir kuruluGtur.
    Dünya Sağlık Örgütü ve BirleGmiG Milletler iGbirliği ile çalıGır.
     

  • image description

    Hipertansiyon

    • 4 yıl önce

    Hipertansiyon
    Tansiyon Nedir?
    Tansiyonu kısaca kan basıncı olarak tanımlayabiliriz. Damarlarınızdaki kan, dolaşım sırasında bir basınç oluşturur. Bu basınç alınan
    gıda, yapılan iş ve harcanan güçle bağlantılı olarak gün içinde küçük değişiklikler gösterebilir.
    Kan basıncı (veya tansiyon) iki ölçümle ifade edilir:
    • Sistolik basınç (büyük tansiyon)
    • Diyastolik basınç (küçük tansiyon)
    Yüksek Tansiyon (Hipertansiyon) Nedir?
    Gün içinde kan basıncının belirli bir süre yüksek olması, yüksek tansiyon (hipertansiyon) olarak tanımlanır. Tansiyon milimetre civa
    (mmHg) olarak ifade edilir. Sistolik kan basıncının (büyük tansiyon) 120 mmHg ve diyastolik kan basıncının (küçük tansiyon) 80 mmHg
    olması en uygun tansiyon değeridir. Kan basıncının 120-129/80-84 mmHg olması normal, 130-139/85-89 mmHg olması yüksek normal
    tansiyan olarak adlandırılır. Kan basıncının 140/90 mmHg’nın üzerinde olması hipertansiyondur.
    Ülkemizde hipertansiyon oldukça yaygın bir problemdir. Erişkin her 3 kişiden 1’inde hipertansiyon vardır. Kadınlarda erkeklerden daha
    sıktır. Türkiye’de hipertansiflerin önemli bir kısmı (% 53), ekonomik olarak üretken çağ kabul edilen orta yaş grubundadır. Ülkemizde
    nüfus yapısının daha çok genç olduğu dikkate alındığında, 30 yaş altında görülen hipertansiyon sıklığı (% 12) ihmal edilmeyecek
    düzeydedir. Altmış yaşın üzerinde hipertansiyon görülme sıklığı % 60-80’lere kadar yükselmektedir. Ülkemizde, hipertansiyon görülme
    sıklığı yüksek olmasına rağmen, hastaların sadece %40’ı bunun farkındadır.
    Tansiyon Nasıl Ölçülür?
    Kan basıncı tansiyon aleti ile ölçülür. Tansiyonun doğru ölçülmesi için şu noktalara dikkat edilmesi gerekir:
    • Ölçümden kısa süre önce sigara veya kahve içilmemiş olmalı.
    • Kişi dinlenmiş olmalı.
    • Ölçüm sırasında manşon kalp seviyesinde tutulmalı.
    • Ölçüm cihazının manşonu uygun boyutta olmalı.
    HİPERTANSİYON VE EGZERSİZ
    Yüksek Tansiyon Nelere Yol Açar?
    Yüksek tansiyon sinsi bir hastalıktır. Bu özelliğinden ötürü her yaşta görülebilir. Belirti vermeden ortaya çıkar. Yüksek tansiyon kontrol
    altına alınmazsa, aşağıdaki sorunlar ortaya çıkabilir:
    • Kalp hastalığı,
    • Felç,
    • Boyun ve bacak damarlarında tıkanma,
    • Kalp yetmezliği,
    • Böbrek hastalığı,
    • Görme kaybı.
    ..Ailenizde yüksek tansiyon varsa,
    ..Yaşınız 40’ın üzerindeyse,
    ..Şişmansanız,
    ..Sigara içiyorsanız,
    ..Şeker hastası iseniz ve ailenizde şeker hastası varsa,
    ..Gebe iseniz,

    tansiyonunuzu sık aralıklarla ölçtürünüz
    Yüksek Tansiyonla Başa Çıkabilmek Için Ne Yapmalı?
    Tansiyon yüksekliği olan bütün hastalara yaşam tarzı ile ilgili değişiklikler önerilmektedir.
    • Kişi sağlıklı olduğu kiloyu bilmeli ve o kiloda kalmalıdır. Vücut kütle indeksiniz (vücut ağırlığı/boy2) 25 kg/m2’nin üzerinde ise kilo
    vermeniz gerekir (Vücut kütle indeksi, kilogram cinsinden vücut ağırlığının, metre cinsinden boyun karesine bölünmesi ile hesaplanır).
    • Tuz tüketimi kısıtlanmalıdır.
    • Alkol tüketiminden kaçınılmalıdır.
    • Meyve ve sebze tüketimi artırılmalı, doymuş ve total yağ tüketimi azaltılmalıdır.
    • İlaçlar düzenli alınmalıdır.
    • Sigaradan kullanımına son verilmelidir.
    • Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz yapılmalıdır.
    Egzersiz ve Yüksek Tansiyon
    Kan basıncı ilaçlar ile kontrol altına alındıktan sonra, egzersiz programına başlanabilir.
    Düzenli Egzersizin Faydası Nedir?
    • Kullanılan ilacın dozunu azaltabilir veya ilaca gereksinimi ortadan kaldırabilir.
    • Kalp hastalığı ve diğer kronik hastalıklara yakalanma riskini azaltır.
    • Kişiyi enerjik kılar; stresi azaltır.
    • Kilo vermeye yardımcı olur.
    • Kasları ve kemikleri güçlendirir.
    • Yaşam kalitesini artırır.
    • Düzenli egzersiz kan basıncını azaltır. Araştırmalar düzenli egzersizin hafif ve orta derecede hipertansiyonda kan basıncını ortalama
    10 mmHg düşürdüğünü göstermektedir. Bu miktar kan basıncı ilaçları ile elde edilen etki ile benzerdir. Ancak uzun dönemde sağlanacak
    faydalar çok daha fazladır. Orta yoğunluktaki egzersizin ağır yoğunluktaki egzersize göre kan basıncını daha etkin düzeyde düşürebildiği
    bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır.
    Nasıl Bir Egzersiz Programı Uygulanır?
    Orta ve ağır derecede egzersiz programlarına başlamadan önce risk analizi yapılması ve ön bir egzersiz testinden geçilmesi gerekir.
    Aerobik aktiviteler, yüksek kan basıncınızı kontrol etmenizi sağlar. Esneklik (germe) ve kuvvetlendirme egzersizleri ise egzersiz
    programının önemli bir parçasıdır.
    Egzersiz Uygulanırken Dikkat Edilmesi Gereken Konular:
    • Önce ısınma egzersizleri (10-15 dakika) yapılmalıdır.
    • Isınma ve soğuma sırasında esneklik egzersizleri yapılmalıdır.
    • Egzersiz yapılırken kalp atım hızı izlenmelidir.
    (Kalp atım hızı sayılarak veya kalp atım hızını gösteren aletler kullanılarak izlenebilir)
    • Yapmaktan zevk alınan aktiviteler, grup halinde uygulanmalıdır.
    • Egzersizlerin sonunda aktivite düzeyi yavaş yavaş azaltılmalıdır (5-10 dakika soğuma).
    • Egzersiz sırasında nefes tutulmamalıdır. Egzersiz sırasında nefesi tutmak, kanın kalbe geri dönüşünü azaltır.

    Aerobik Egzersizler
    Kalp hızını veya nefes alış verişini hızlandıran uzun süreli hareketler, aerobik (oksijen alarak yapılan) egzersizler olarak düşünülür.
    Merdiven çıkma, yürüyüş, hafif koşu, bisiklete binme ve yüzme aerobik aktivitelere örnek olarak verilebilir.
    Yürüyüş: Organizmanın temel fiziksel aktivitesidir. Herkes tarafından, her zaman ve her yerde yapılabilir. Yürüyüş, bacaklarda kan
    dolaşımını artırır ve kalp kasını kuvvetlendirir. Kemik ve kaslar için çok az yaralanma riski oluşturur. Hızlı ve tempolu yürüyüş aerobik
    egzersizdir. Hızlı adımlarla yürüyüş, aynı mesafede, en az koşu kadar kalori yakar. Bu aktiviteden yeterince yarar sağlayabilmek için,
    uzun süre yürümek gerekir. Uygun ayakkabılar ile günde en az bir saat yürümek önerilir.
    Koşu: Kasların ve kalp-solunum sisteminin kapasitesini dereceli olarak güçlendiren bir fiziksel aktivitedir. Yaralanmalardan korunmak
    için bilinçli bir programın uygulanması gerekir. 40 yaş üzeri iseniz, spor geçmişiniz olsa bile bir hekim kontrolünden geçerek ve düzenli
    bir antrenman programı uygulamalısınız. Programları uygularken fizyoterapiste danışmalısınız. Fizyoterapistin denetimi ile çalışmanız
    egzersizin daha etkili ve güvenli olmasını sağlar.
    Yüzme: Koşu gibi, yüzmeye de dereceli olarak başlamak gerekir. Başlangıçta en fazla 500 m yüzülür ve dinlenilir. Mesafe azar azar
    artırılır. Havuz kurallarına ve güvenlik tedbirlerine dikkat edilmesi gerekir. Bu pek doğal olarak kişinin fonksiyonel egzersiz kapasitesine
    bağlıdır. Örneğin 500 m, bazıları için yeterli olurken bazı kişiler için ulaşılmazdır.
    Bisiklet: Bisiklet, bacakları ve ayakları, vücudun ağırlığından kurtaran bir koşulda uygulanır. Bacaklar, koşudakinden çok daha az
    yaralanma ve burkulma riski ile karşı karşıyadır. Bisiklet çevirme kalp-solunum kapasitesinin geliştirilmesi için önerilir. Evde sabit bisiklet
    kullanımı, bacak, uyluk ve kalça kaslarınızı çalıştırır. Katedilen mesafeyi ve egzersiz yapan kişinin nabız sayısını gösteren sabit
    bisikletler, evde kullanıma en uygun olanlarıdır. Diğer sporları yapma olanağınız yoksa, evde sabit bisiklet kullanımı çok iyi bir çözüm
    olabilir.
    Esneklik (Germe) Egzersizleri
    Farklı kas gruplarını içeren germe egzersizleri uygulanabilir. Kas, gergin bir pozisyonda 10-20 saniye süre ile tutulur. Esnekliği az olan
    kas grupları için bu hareketler, 60 saniye süre ile uygulandığında, o kas grubunun esnekliğinde zamanla bir artış sağlanabilir.
    • Aerobik tipteki egzersizler, haftanın çoğu gününde, her seferinde en az 30 dakika olarak uygulanmalıdır.
    • Eğer bir seferde bu kadar zaman ayrılamıyorsa, aktivite süresi gün içinde daha kısa sürelere bölünebilir.
    • Egzersizi düşük-orta düzeyde ve tahmini en yüksek kalp hızında (220-yaş) [%60-80’inde] yapınız. Bu seviyenin düzenlenmesinde
    fizyoterapisten yardım alınmalıdır.
    Kuvvetlendirme Egzersizleri
    Dirençli egzersizler (ağırlık kaldırma gibi), genellikle hipertansiyonu olan kişilere önerilmez. Uygun olduğunda, kuvvetlendirme
    egzersizlerinin kalp-dolaşım dayanıklılığını güçlendiren, aerobik egzersizlerle birlikte kullanılması önerilmektedir. Kişinin duruşu,
    kaldırdığı ağırlık miktarı mutlaka takip edilmelidir. Egzersizler sırasında nefesin tutulmaması gerekir.
    Günlük Yaşamla İlgili İpuçları
    • Asansör kullanmak yerine merdivenlerden inip çıkınız.
    • İşyerinize giderken araba ile gitmek yerine yürüyün veya otobüsten bir veya iki durak önce ininiz.
    • İşyerine geldiğinizde arabanızı park yerinin en uzak bölgesine park ediniz.
    • Sizinle birlikte egzersiz yapacak birini bulunuz. Bu sayede daha istekli egzersiz yapabilirsiniz.
    • Egzersiz sırasında aşağıdaki uyarıcı belirtilerden birini hissettiğinizde, hemen egzersizi bırakınız ve doktorunuza başvurunuz:
    • Göğüs ağrısı veya rahatsızlık hissi,
    • Baş dönmesi veya bayılma,
    • Kol veya çenenizde ağrı,
    • Ciddi nefes alamama hissi,
    • Düzensiz kalp atımı,
    • Aşırı yorgunluk.
     

  • image description

    Kırım Kongo Kanamalı

    • 4 yıl önce

    Kırım-Kongo kanamalı ateşinde(KKKA)
    Kırım-Kongo kanamalı ateşinde(KKKA) etken nedir?
    Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirus soyundan virüslerin meydana getirdiği, Bu grup
    virüsler, 100 nm (nanometre) büyüklüğünde, Ribonükleik asit (RNA) içeren, heliksel
    kapsidli ve zarflı virüslerdir.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi nedir?
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi (KKKA), Nairovirüslerin neden olduğu ateş, cilt içi ve diğer
    alanlarda kanama gibi bulgular ile seyreden kene kaynaklı bir enfeksiyondur. Son yıllarda
    tedavide görülen gelişmelere rağmen, bu enfeksiyonlarda ölüm oranları hala yüksektir.
    İnsanlarda klinik ve subklinik olarak seyreden, kenelerin vektörlük yaptığı ve insanlarda
    sendromlar halinde görülen önemli bir enfeksiyondur. İnsanlarda başlıca ensefalitler, kısa
    süren ateşli hastalıklar, kanamalı ateşler, poliartrit ile ön plana çıkan sendromlar şeklinde
    görülür.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi virusunun kimyasal ve fiziksel etkenlere karşı
    duyarlılığı nedir?
    Nairoviruslar dayanıksızdır, konakçı dışında yaşayamazlar. Bu viruslar 56ºC’de 30
    dakikada inaktive olur, kanda 40 ºC’de 10 gün yaşayabilir, %1 hipoklorit ve %2
    gluteraldehite duyarlıdır ve ultravviyole ışınları ile hızla inaktive olur. Ribavirine invitro
    duyarlıdırlar.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalığı ilk nerede tanımlanmıştır?
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi (KKKA) ilk kez 1944 ve 1945 yılı yaz aylarında Batı Kırım
    steplerinde çoğunlukla ürün toplamaya yardım eden Sovyet askerleri arasında
    görülmüştür. Hastalığa Kırım hemorajik ateşi adı verilmiştir. 1956 yılında Zaire’ de ateşli
    bir hastadan Kongo virüsü tespit edilmiştir. 1969 ise Kongo virüsu ile Kırım hemorajik
    ateşi virüslerinin aynı virüs olduğu belirlenmiş ve Kırım-Kongo kanamalı ateşi olarak
    hastalık yeniden adlandırılmıştır.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi bugüne kadar hangi ülkelerde tanımlanmıştır?
    Hastalık sıklıkla Afrika, batı Asya ile Ortadoğu ve doğu Avrupa'da görülmektedir. Kırım-
    Kongo hemorajik ateş virüsünün Bulgaristan, Makedonyada, Pakistan, Irak, Afganistan,
    İran, Kosova, Kazakistan, Sahra altı Afrika ülkeleri, eski Sovyetler Birliği, Yugoslavya,
    Yunanistan, Arap yarımadası, Dubai, Kuveyt, Çin ve Moritanya’da salgınlar yaptığı
    bildirilmiştir.
    Bu sendromlardan kanamalı ateşler grubunda yer alan Kırım-Kongo kanamalı ateşi
    (KKKA), 2002 yılında bahar ve yaz aylarında bazı illerimizde görülmüş ve Sağlık
    Bakanlığının yapmış olduğu çalışmalar neticesinde hastalığın KKKA olduğu doğrulanmıştır.
    Bulaşmada aracı olan bir etken var mıdır?
    KKKA hayvanlardan insanlara keneler ile bulaşan bir enfeksiyondur. Güney Doğu Avrupa
    ve Güney Afrika arasında göç eden göçmen kuşlar üzerinde bulunabildiği gösterilmiştir.
    Bu kuşların virüsün iki kıta arasında taşınmasına yol açabildiği düşünülmektedir.
    Hyalomma soyuna ait keneler Ülkemizin de içinde bulunduğu çok geniş bir coğrafik
    alanda yaşamaktadırlar.

    kene
    Virüs, sığır ve koyun gibi Hyalomma keneleri için konak olan hayvanlarda belirtisiz
    enfeksiyon ve bir hafta kadar süren geçici viremi (kanda virüsün bulunması)
    oluşturmasına rağmen, insanlarda hastalığa neden olmaktadır. Küçük memeli
    hayvanlarda da viremi ve hafif enfeksiyon oluşup keneler için kaynak oluşturabilmektedir.
    Bir bölgede, kenelerin ve keneler kan emdiğinde bulaşmayı sağlayacak kanında virüs
    bulunan hayvanların bol olması salgın için önemli bir faktördür.
    Hyalomma soyuna ait keneler en etkin ve yaygın olmakla birlikte, 30 kene türünün KKKA
    virusunu bulaştırabileceği bildirilmektedir. KKKA virüsunun bazı vektör kene türleri
    arasında, transovaryal ve venereal olarak bulaştığı belirlenmiştir. Bu da virusun doğada
    dolaşımla korunmasına katkıda bulunabilecek bir mekanizmadır. Henüz ergin olmamış
    Hyalomma soyuna ait keneler, küçük omurgalılardan kan emerken virüsleri alır, gelişme
    evrelerinde de muhafaza eder.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi virusu insanlara nasıl bulaşmaktadır?
    İnsanlar virüsü; Enfekte kenelerin yapışması/kan emmesi sırasında salgıladıkları tükürük
    salgısı ile, Enfekte kenelerin çıplak elle ezilmesi sırasında temasla, Viremik hayvanların
    kan ve dokuları ile temasla, Viremik hastalarla (kan ve diğer vücut sıvıları)temas ile
    olmaktadır.
    KKKA virusunun bulaşmasına etken olan kene nedir? yer yüzünde kaç türü
    bilinmektedir?
    Ülkemizde halk arasında kene, sakırga, yavsı, kerni gibi isimlerle bilinmektedir. Keneler
    zorunlu kan emici artropodlar olup dünyanın her bölgesinde yaşamaktadırlar. Keneler
    morfolojik olarak diğer artropodlardan farklı olup, vücutları tek bir parçadan oluşmuştur.
    Vücudun ön tarafında ağız organelleri yer almaktadır. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık
    850 kene türü bilinmektedir.
    Kene yaşam döngüsü nasıldır?
    KKKA sebep olan Hyalloma türü keneler çoğunlukla iki konakta gelişim ve yaşam
    döngülerini tamamlar. Larva ve nimfler küçük omurgalılarda (tavşan, kuş, fare. vb)
    erginler ise büyük omurgalı hayvanlarda (koyun, keçi, sığır, at, yabani gevişenler, insan,
    vb) konaklarlar.

    kenenin yasam dongusu

    Keneler KKKA hastalığı dışında hayvanlarda ve insanlarda hastalık bulaştırmada
    biyolojik rol almakta mıdır?
    Evet rol almaktadır. Bilinen hastalıklar;
    – Rikettsia (Ehrlichia, Coxiella, Anaplasma)
    – Virus (Flaviviridae, Bunyaviridae, Reoviridae, Rhabdoiridae)
    – Bakteri (Borrelia, Frncisella, Klebbsiella, Dermatophilus, Staphylococcus)
    – Protozoon (Theileria, Babesia, Hepatozoon)
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi hangi hayvanlarda görülür ve hastalık belirtileri
    nelerdir?
    Virüs, sığır, koyun, keçi, tavşan ve tilki gibi hayvanlardan tespit edilmiştir. KKKA virusu
    kenelerin konakladığı hayvanlara bulaşmasına rağmen hayvanlarda; bazen hafif ateş
    çıkabilir, bunun dışında hastalık belirtisi görülmemektedir. Buna karşılık hayvanlar
    hastalığın yayılmasında aracı rol (portör) oynamaktadır.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi salgınlarını etkileyen doğa şartları nelerdir?

    pens
    kene3
    Doğu Avrupa ve Asya’daki Kırım-Kongo hemorajik ateş salgınlarının genellikle insanlar
    tarafından oluşturan çevresel şartlara bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir. Kırım’daki ilk
    salgının, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kene ile enfekte olmuş bölgelerin tarıma açılması
    nedeniyle oluştuğu sanılmaktadır. Daha sonra eski Sovyetler Birliği ve Bulgaristan’ da
    olan salgınlarda ise ziraatçılık ve hayvancılıktaki değişmelerin rol oynadığı
    belirtilmektedir.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi hangi mevsimde görülmektedir?
    Hastalık mevsimsel özellik göstermektedir. Genel olarak mayıs ve ekim ayları arasında
    görülmesine rağmen, değişik aylarda da görülebilir.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi için kimler risk altındadır?
    Hastalık için çiftlik çalışanları, çobanlar, kasaplar, mezbaha çalışanları, hayvancılık ile
    uğraşanlar, veteriner hekimler, Veteriner sağlık teknisyenleri, akut hastalarla temas
    olasılığı bulunan salgın bölgelerde görev yapan sağlık personeli, askerler, kamp yapanlar
    risk altındadır.
    Kene ısırığında ne yapılmalıdır?
    Yapışan keneler ise kesinlikle öldürülmeden, ezilmeden/patlatılmadan ve kenenin ağız
    kısmı koparılmadan, bir pensle doğrudan düz olarak, döndürmeden yavaşça çekilip
    alınmalıdır. Isırılan yere; bol sabunlu suyla yıkanıp temizlendikten sonra iyotlu
    antiseptik(tendürdiyot) sürülmelidir. (şayet sabunlu su bulunmaz
    ise alkol içeren mendiller kullanılabilinir).
    Çıplak elle keneye temas edilmemeli eğer elle tutulacaksa eldiven
    giyilmeli veya naylon bir poşet yardımı ile keneler toplanmalıdır.
    Vücuttaki kenelerin üzerine herhangi bir kimyasal madde (alkol,
    klonya, gazyağı v.b) dökülmemeli, sigara veya ateş kullanarak
    keneler uzaklaştırılmamalıdır. Çünkü bu maddeler kenenin
    kusmasına sebebiyet vereceğinden hastalık bulaştırma riskini
    artırmaktadır.
    Isırılan kişi iki hafta süreyle ateş,yoğun halsizlik, baş ağrısı, bulantı, kusma gibi belirtiler
    yönünden takip edilmesi gerekmektedir. (ateşin 38,3 °C veya üzerinde olması halinde
    acilen tam teşekkülü hastaneye başvurulmalıdır)
    Cilde yapışmış bir keneye ait resim.
    Kan emdikçe zamanla gövdesi kanla dolan kenenin
    tutunduğu bölge kızarır ve kaşınır

    http://www.kkgm.gov.tr/birim/hay_sagl/Hastaliklar/kkka/kene_01.gif
    http://www.kkgm.gov.tr/birim/hay_sagl/Hastaliklar/kkka/kene_03.gif
    http://www.kkgm.gov.tr/birim/hay_sagl/Hastaliklar/kkka/kene_04.gif

    Kırım-Kongo kanamalı ateşi virüs bulaştıktan ne kadar süre sonra ortaya çıkar?
    Kuluçka süresi; virüsün alınma şekline bağlıdır. Kuluçka süresi kene ısırmasından sonra
    2-14 gün arasında değişmekle birlikte genellikle 1-3 gündür. Virüsü içeren kan ve diğer
    doku ya da atıklar ile temastan sonra genel olarak bu süre 5-6 gündür ve 14 güne kadar
    uzayabilmektedir.
    Kırım-Kongo kanamalı ateşine yakalanmış insanlarda hastalık belirtiler nelerdir?
    İnsanlarda; hastalık ateş, üşüme-titreme yaygın kas ağrıları, bulantı-kusma, ishal, yüzde
    kızarıklık, karaciğerde büyüme ve kanama ile kendini gösterir. Ateş, kırıklık, kas ağrısı,
    iştahsızlık, baş ağrısı, aşırı duyarlılık, sırt ağrısı, kol ve bacaklarda ağrı, mide bölgesinde
    ağrı, bel bölgesinde ağrı gibi belirtiler ile ani olarak başlamaktadır. Bazen bu bulgulara
    kusma, karın ağrısı ve ishal ilave olabilmektedir. Gövde ve kol ve bacaklarda cilt içi
    kanama görülebilir. Burun kanaması ve değişik alanlarda kanama bulguları bulunabilir.
    (Detaylı bilgi için Sağlık Bakanlığı)
    Kırım-Kongo kanamalı ateşi nasıl kontrol edilir ve nasıl korunulur?
    Tüm enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi KKKA’da da korunma ve kontrol önlemlerinin
    alınması çok önemli ve gereklidir.
    a- Hasta ve hastanın sekresyonları ile temas sırasında mutlaka koruyucu önlemler
    (eldiven, önlük, gözlük, maske vb.) alınmalıdır. Genellikle hava yolu ile bulaşmadan
    bahsedilmemektedir. Ancak, kan ve vücut sıvıları ile temastan kaçınılmalıdır. Bu şekilde
    bir temasın söz konusu olması halinde, temaslının iki hafta süreyle ateş ve diğer belirtiler
    yönünden takip edilmesi gerekmektedir. (ateşin 38,3 °C veya üzerinde olması halinde
    acilen tam teşekkülü hastaneye başvurulmalıdır. Hasta olan kişilerin kullandığı
    malzemeler ve tuvaletler çamaşır suyu ile dezenfekte edilmelidir
    b- Hayvan kanı, dokusu veya hayvana ait diğer vücut sıvıları ile temas sırasında da
    gerekli korunma önlemleri alınmalıdır.
    c-Kene mücadelesi çok önemli olmakla birlikte oldukça zor görülmektedir. Keneler
    yumurta dönemleri hariç diğer biyolojik evrelerinde insanlara hücum ederek kan emebilir.
    Hem mera keneleri hem de mesken keneleri gelişmelerini sürdürebilmek ve nesillerini
    devam ettirebilmek için konakçılarından kan emmek zorundadırlar; genel olarak da
    konakçı spesifitesi göstermezler. Bu nedenle öncelikle konakçılar kenelerden uzak
    tutulmalı ve kenelerin kan emmeleri engellenmelidir.
    d-Mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınılması gerekmektedir.
    Hayvan barınakları veya kenelerin yaşayabileceği alanlarda bulunulması durumunda,
    vücut belirli aralıklarla kene yönünden muayene edilmeli; vücuda yapışmamış olanlar
    dikkatlice toplanıp öldürülmeli, yapışan keneler ise kesinlikle ezilmeden ve kenenin ağız
    kısmı koparılmadan bir pensle doğrudan alınmalıdır. (Isırılan yer; bol sabunlu suyla
    yıkanıp temizlendikten sonra, iyotlu antiseptik sürülmelidir.)

    e- Diğer önemli hususlardan birisi de piknik amaçlı olarak su kenarları ve otlak şeklindeki
    yerlerde bulunanlar döndüklerinde, mutlaka üzerlerini kene bakımından kontrol etmeli ve
    kene varsa usulüne uygun olarak vücuttan uzaklaştırmalıdır. Çalı, çırpı ve gür ot bulunan
    yerlerden uzak durulmalı, bu gibi yerlere çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemelidir.
    f- Özelikle kırsal alanlarda dolaşılırken açık renkli vücudu örten elbise ve çizme giyilmeli
    veya ayakkabı giyilecekse pantolon paçaları çorap içine alınmalıdır.
    g-Hayvan barınakları kenelerin yaşamasına imkan vermeyecek şekilde yapılmalı, çatlaklar
    ve yarıklar tamir edilerek badana yapılmalıdır.
    h- Hayvan sahipleri ; hayvanların sağım ve kesim zamanını dikkate alarak; hayvanlarını
    ve hayvan barınaklarını kene ve diğer dış parazitlere karşı uygun ektoparaziter ilaçlarla
    yılda iki kez ilaçlamalıdır.
    i- Gerek insanları gerekse hayvanları kene enfestasyonlarından korumak için repellent
    olarak bilinen böcek kaçıranlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir. (Repellentler; sıvı, losyon,
    krem, katı yağ veya aerosol şeklinde hazırlanan maddeler olup, cilde sürülerek veya
    elbiselere emdirilerek uygulanabilmektedir. Aynı maddeler hayvanların baş veya
    bacaklarına da uygulanabilir; ayrıca, bu maddelerin emdirildiği plastik şeritler,
    hayvanların kulaklarına veya boynuzlarına takılabilir.)
    j- Kenelerin çevrede çok olması halinde; mera, çayır, çalı, çırpı ve gür otların bulunduğu
    yerler gibi kenelerin yaşamasına müsait alanlarda, diğer canlılara ve çevreye zarar
    vermeden, çok dikkatlice akarisid uygulamalarına başvurulabilir. Genel olarak geniş çevre
    ilaçlamaları faydalı görülmemektedir.
    k-Açık alanlarda yapılabilecek kene mücadelesi amacıyla, her bir hektara aktif madde
    olarak carbaryl ve propoxur hektara 2 kg, deltamethrin ve lambda-cyhalothrin 0,003-0,3
    kg, permethrin 0,03-0,3 kg, pirimiphos-methyl ise 0,1-1 kg olarak uygulanabilmektedir
    Bakanlığımız il ve ilçe Müdürlüklerince ilkbahar ve sonbahar döneminde olmak üzere yılda
    en az iki kez ağıllar ve ahırlarda, hayvan gübrelerinin döküldüğü alanlar, çeşme başları ve
    hayvan durakları ile parazitlerin bulunabileceği muhtemel alanlarda pülverizatör ile
    ilaçlama yapılmasının yetiştiricilere iyi bir şekilde anlatılması gerekmektedir. Aynı
    dönemde büyük ve küçükbaş hayvanların ektoparaziter ilaçlanmanın yapılması, Kene
    Mücadelesinde; hayvan yetiştiricileri, Sağlık Bakanlığı, yerel yönetimleri desteğinin
    sağlanması sorunun çözümünde zorunluluk arz etmektedir.
    Günümüze kadar kullanılan hiç bir mücadele yöntemi (bir kaç sınırlı alan hariç), tam bir
    kene eradikasyonu sağlayamamıştır. İnsan ve hayvanlardan kan emen kenelerin sayısını
    düşük maliyetlerle kabul edilebilir sınırlara indirilmesi hedeflenmelidir.
    Akarisid ile kene kontrolünün başlıca 7 zorluğu vardır
    1. Kenelerin yoğun biçimde tarım ve orman alanları içinde yayılmış olması, çevreye zarar
    verecek düzeyde akarisid kullanımını gerektirmektedir.
    2. Akarisidlerin kenelerin konakları üzerinde tutundukları bölgelere ulaşabilmesi ancak
    konağın tüm vücudunun yıkanmasını gerektirmektedir
    3. Konak üzerinde bulunmadıkları süre içinde keneler akarisid ilaçların ulaşamayacağı
    yerlerde saklanmaktadır.

    4. Kenelerin yüksek orandaki üreme yeteneği (3000-7000 yumurta) ilaçlamaların düzenli
    bir sıklıkta yapılmasını gerektirmektedir.
    5. Kenelerin uygun olmayan çevre koşullarında çok uzun süreler boyunca canlı
    kalabilmeleri.
    6. Kenelerin konak seçiminde çok alternatifinin olması
    7. Akarisid direncinin oluşması
    İlk Yayınlama :12.05.2004 Son Günceleme : 21.07.2006
     

  • image description

    Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı

    • 4 yıl önce

    Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı
    KOAH Nedir? “ Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı” isminin baG harflerinden oluGan kısaltılmıG bir hastalık ismidir.
    KRONGK kelimesi uzun süredir devam eden anlamındadır.
    OBSTRÜKTGF kelimesi tıkayıcı anlamındadır ve bu hastalıkta nefes borularının (bronGların) tıkandığını göstermek için kullanılır.
    O halde KOAH’ı, “uzun süredir bronGlarda tıkanmaya neden olan bir hastalıktır” Geklinde tarif edebiliriz. Bu hastalığın en kötü yanı,
    bronGlarda oluGan tıkanmanın bir daha düzelmemesi ve tedavi olunmaz ise hastalığın sinsice ilerlemesidir.
    Hastalığın en önemli nedeni SGGARA bağımlılığıdır.
    KOAH yaklaGık olarak 20 yıl günde bir paket sigara içme sonrasında ortaya çıkar. Eğer günde bir paketten daha fazla sayıda sigara
    içiliyorsa bu zaman daha da kısalır. Hastalık genellikle 40 yaGından sonra belirti vermeye baGlar. KOAH teGhisi alan kiGilerin büyük
    çoğunluğu halen sigara içen veya çok uzun süre sigara içmiG ve bırakmıG kiGilerdir. Hastalık sinsi ilerlediği için ve sigara bağımlıları
    öksürük, balgam çıkarma gibi Gikâyetleri önemsemedikleri için KOAH teGhisi konduğu zaman hastalar akciğer kapasitelerinin önemli bir
    kısmını kaybetmiG olmaktadırlar.
    Sigara içen her beG, altı kiGiden birinde KOAH geliGmektedir. Ülkemizde 20 yaG üstündeki kiGilerin en az yarısı sigara bağımlısıdır.
    Dolayısıyla bizim gibi sigara içme alıGkanlığının çok yaygın olduğu ülkelerde KOAH önemli bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde en
    iyimser tahmin ile 5 milyon KOAH’lı vardır. Fakat bu hastaların sadece az bir kısmı teGhis edilmektedir. Hastaların önemli bir sayısı
    hastalıklarının farkında olmayıp öksürük, balgam çıkarma ve nefes darlığı gibi Gikayetleri çok rahatsız edici olmadıkca doktora
    gitmemektedirler. Sigara bağımlısı olanların rahatsızlıklarında doktora gitmemelerinin önemli bir nedeni de sigarayı bırakmaları
    konusunda uyarı almaktan kaçmaktır.
    Sigara dumanı ile nefes borularına ve hava keseciklerine zararlı gazlar ve maddeler dolar. Yıllar geçtikçe bu zararlı gazlar ve maddeler
    bronGların ve hava keseciklerinin yapısını bozmaya baGlar. Bunun sonucunda bronGların hastalanmasıyla TIKAYICI BRONgGT, hava
    keseciklerinin harabiyeti ve parçalanması ile AMFGZEM ortaya çıkar.
    GGte KOAH adı altında bu iki hastalık yer almaktadır. Sigara içimi ile hem bronGlarda tıkayıcı bronGit hem de aynı zamanda amfizem
    geliGir. Akciğerlerde ortaya çıkan bu tıkanıklıklar ve bozulmalar sonucunda kana oksijen geçiGi azalır ve vücudun oksijensiz kalması ile
    pek çok ciddi rahatsızlıklar doğar.
    OluGan bu bozuklukların tedavisi ve tamiri mümkün değildir. Akciğerler bu hastalık ile erkenden yaGlanır ve bozulur. Çünkü KOAH
    ilerleyici bir hastalıktır. KOAH baGlayan bir hastada sigarayı bıraktıktan sonra bozuklukların tamamen ortadan kaybolması çok zordur.
    Ancak sigaranın bırakılması ile hastalığın ilerlemesi yavaGlar. Diğer yandan sigara bırakılmaz ise hastalık çok hızlı ilerler. KOAH için
    kullanılan ilaçlar sadece hastaların nefes darlığı Gikayetlerini azaltmak için kullanılır. Bu ilaçların hastalığı ortadan kaldırmak veya
    ilerlemesini yavaGlatmak gibi bir etkileri yoktur. Bu nedenle KOAH tedavisinin temelini sigarayı bırakmak oluGturur.
    KOAH BELGRTGLERG NELERDGR ?
    ÖKSÜRÜK
    BALGAM
    NEFES DARLIĞI
    Bu Gikâyetler uzun süredir devam etmektedir.
    Öksürük ve balgam çıkarma önceleri sadece sabah görülür. Balgam çok az miktarda çıkar. Hastalar genellikle bu Gikâyetleri
    önemsemezler ve sigara içmenin doğal bir sonucu olarak kabul ederler. Gerçekte, Giddetli olmayan öksürük ile birlikte az miktarda
    balgam çıkarmak çok önemli bir hastalığın yani KOAH’ın erken habercisi olabilir. Eğer sigara içmeye devam edilirse ve hastalık ilerlerse
    öksürükler Giddetlenir ve balgam miktarı gittikçe artar. Hastalar günün her saatinde balgam çıkarmaya baGlarlar. Bazen boğulacak kadar
    Giddette öksürükler olmaya baGlar.
    Nefes darlığı hastalığın erken dönemlerinde koGma, hızlı yürüme veya merdiven çıkma gibi eforlarda ortaya çıkarken, hastalığın
    ilerlemesi ile istirahatte dahi nefes darlığı oluGur. Genellikle öksürük, balgam ve nefes darlığı Gikâyetleri 50 yaGına doğru ciddi Gekilde
    artıG gösterir.
    Bütün bu yakınmalar kıG aylarında ve özellikle hava kirliliğinin yoğun olduğu dönemlerde ve gribal enfeksiyonlar sonrasında çok artar.
    Sigara içen kiGilerde bu Gikâyetlerden bir veya birkaç tanesi ortaya çıktığı zaman hemen bir sağlık kuruluGuna baGvurmak gerekir. Çünkü
    erken teGhis ve sigaranın bırakılması ile ancak bu ilerleyici ve akciğerleri sakat bırakan hastalıktan kurtulmak mümkün olabilir.
    KOAH, nefes darlığının Giddetine göre dört gruba ayrılır.
    1Hafif KOAH

    Ağır iG yapıldığı zaman veya hızlı yürüme ve merdiven çıkma esnasında bazen nefes darlığı hissedilir. 2 Orta KOAH
    Ağır iG yapıldığı zaman veya hızlı yürüme ve merdiven çıkma esnasında genellikle nefes darlığı hissedilir.
    Bazen günlük iGler yapılırken dahi nefes darlığı hissedilir. Gece uykusu rahattır, nefes darlığı nedeniyle uykusuzluk çekilmez.
    3 Ağır KOAH
    Günlük iGler yapılırken genellikle nefes darlığı hissedilir.
    giddetli halsizlik vardır.
    Merdiven çıkmada çok zorlanılır.
    Gece nefes darlığı nedeniyle uyku düzeni bozulur.
    4 Çok ağır KOAH
    Otururken dahi nefes darlığı hissedilir.
    Oda içinde yürümek zorlaGır.
    GGe gidilemez.
    Hastalığın ileri dönemlerinde kanda ve organlarda oksijen miktarı önemli oranda azalacağı için çok daha fazla rahatsızlıklar belirir.
    Bunlar;
    Bol terleme
    Dilde, dudaklarda, parmak uçlarında morarma
    giddetli baG ağrısı
    Çarpıntı
    Gündüzleri uyuklama, geceleri uykusuzluk
    Zihinsel faaliyetlerde azalma (unutkanlık, dikkatsizlik)
    AGırı sinirlilik
    giddetli halsizlik, yorgunluk
    Zayıflama
    Cinsel güçte azalma
    Mide rahatsızlıkları, karında GiGkinlik ve hazımsızlık
    Kabızlık
    Ellerde ve ayaklarda uyuGma, karıncalanma, yanma hissi
    Ellerde titreme
    Hastalığın ilerlemesi ile kalp yetmezliği meydana gelebilir ve ayaklarda su toplama baGlar. Kalp yetmezliği geliGen hastalarda hastalığın
    ileri dönemlerinde nefes darlığı çok Giddetlenir ve hastalar evden dıGarı çıkamaz hale gelirler. Bu dönemdeki hastalar artık günün en az
    yarısında oksijen makinasına bağlı kalırlar.
    Hastalığın çok ilerleyerek yukarıda belirtilen ağır rahatsızlıkların ortaya çıkmasını önlemek için yapılması gereken SGGARANIN TERK
    EDGLMESGDGR.
    KOAH teGhisi konmuG hastalara çok önemli bir sorumluluk yüklenmektedir. Bu hastalığın zararlı etkilerini bizzat yaGadıkları için
    çevrelerinde bulunan sigara bağımlısı yakınlarını ve arkadaGlarını uyarmak ve hatta baskı yapmak zorundadırlar.
    KOAH NASIL TEgHGS EDGLGR ?

    KOAH ilerleyici ve geriye dönüGü olmayan bir hastalık olduğu için, ne kadar erken teGhis edilir ve ne kadar erken tedaviye baGlanırsa
    hastalık o kadar az rahatsızlığa neden olacaktır. Ne yazık ki, KOAH’lı hastalar ilk teGhis edildikleri anda genellikle akciğer kapasitelerinin
    önemli bir kısmını kaybetmiG oluyorlar. Bunun nedeni öksürük, balgam ve nefes darlığı Gikâyetlerini ihmal etmeleridir. Hastalığın hafif
    dönemde iken teGhis edilmesi ile tedavi kolaylaGacak, hastalar tedaviden daha çok yararlanacak ve hastalığın ilerlemesi durdurulmuG
    olacaktır.
    KOAH, teGhisi çok kolay olan hastalıklardan birisidir. Bu hastalığı akla getiren iki önemli özellik vardır.
    Bunlar;
    1 Sigara içimi.
    2 Uzun zamandır ÖKSÜRÜK, BALGAM ve NEFES DARLIĞI Gikâyetleri olması.
    KOAH hastalığının kesin teGhisinde solunum testi yapılır. Bu çok kolay uygulanan bir testtir. Derin bir nefesle alınan hava solunum test
    cihazının plastik borusu içinde çok hızlı bir Gekilde üflenir.
    KOAH erken teGhisi için sigara içen ve 40 yaGını aGmıG herkes yılda bir kez solunum testi yaptırmalıdır. Uzun süredir öksürük, balgam ve
    en önemlisi nefes darlığı Gikâyetleri olan sigara içicilerde KOAH riski çok yüksektir. Bu kiGilerin en kısa sürede solunum testi yaptırmaları
    gerekir.
    Solunum testi ile hem KOAH teGhisi konur hem de hastalığın Giddeti belirlenir. KOAH tedavisi hastalığın Giddetine göre planlanacaktır.
    KOAH NASIL TEDAVG EDGLGR ?
    KOAH tedavisinde baGarılı olabilmek için uyulması gereken kurallar;
    Sigaranın bırakılması,
    Tozlu ve dumanlı ortamlarda çalıGmamak, bulunmamak ve Düzenli ilaç tedavisidir.
    KOAH tedavisinin temelini “sigaranın terk edilmesi” oluGturur. Sigara bırakıldığı zaman bronGlardaki ve hava keseciklerindeki
    bozulmaların Giddeti yavaGlar. Glaçlar hastalığın ilerlemesini önlemez bu nedenle sadece nefes darlığını azaltmak için kullanılırlar.
    Sigarayı bırakamayan bir hastanın ilaçlardan yarar beklememesi gerekir. Glaçlar sadece geçici süre için nefes darlığını azaltabilir.
    Sigarayı bırakmayan hastalar her yıl bir önceki yılı arayacaklardır. Birkaç yıl sonra hastalık çok ilerleyince hastalar isteseler dahi sigara
    içemez hale geleceklerdir. BaGka bir ifade ile “hasta sigarayı bırakmayacak, sigara hastayı bırakacaktır”. Fakat bu durumdaki bir
    hastanın artık günlük iGlerini yapabilmesi çok zorlaGmıG olacaktır. Böyle bir hastanın geriye dönük piGmanlıkları ve “keGke Gu mereti
    içmeseydim” Geklindeki yakınmalarının bir faydası olmayacaktır.
    KOAH’lı hastaların nefes darlıklarını rahatlatmak amacıyla kullanılan çok sayıda ilaç vardır. Bunların bazıları solunum yolu ile
    kullanılırlar.
    Solunum yolu ile kullanılan ilaçlar, çalıGma prensipleri ve Gekilleri birbirinden farklı cihazlar yardımı ile kullanılırlar. Solunum yolu ile
    kullanılan ilaçların dozları çok düGüktür. Fakat ilaçlar direkt olarak solunum yollarına ulaGtığı için etkileri çok kuvvetlidir. Ancak etkili
    olabilmeleri için doğru teknik ile kullanılmaları gerekir. Bu cihazların nasıl kullanılacağı çok iyi öğrenilmelidir. Hata varsa bunu düzeltmek
    için muayene sırasında hekim önünde kullanma denemeleri yapılmalıdır.
    Glaçların dozu düGük olduğundan ve kullanılan dozun da çok az bir kısmı kana karıGtığından yan etkileri yok denecek kadar azdır.
    Solunum yoluyla kullanılan ilaçlar alıGkanlık yapmazlar, diGlere ve akciğerlere herhangi bir zarar vermezler.
    Oksijen tedavisi
    Çok ağır KOAH’lı hastalar sürekli olarak günde en az 15 saat oksijen kullanma zorundadırlar. Kanda oksijen seviyesi tehlike sınırının
    altına inmiG olan hastaların uzun süreli oksijen tedavileri hem Gikâyetlerini azaltacaktır hem de yaGam kalitelerini artıracaktır. Çünkü
    KOAH’da ortaya çıkan sorunların önemli bir bölümü vücudun yeterince oksijen almamasından kaynaklanır.
    Oksijen tüpleri bu amaçla kullanılmazlar. Çünkü tüpler kısa sürede bitecektir ve bunların tekrar doldurtulması gerekecektir. Uzun süreli
    oksijen tedavisi için “oksijen konsantratörü” adı verilen ufak bir komidin boyutunda cihazlar kullanılır. Oksijen cihazının doldurulması
    gereken deposu yoktur, bu makinanın kendisi oda havasından oksijen üretmektedir.
    Sosyal güvencesi olan hastalara heyet raporu karGılığında oksijen konsantratörü ücretsiz olarak verilmektedir. Heyet raporu için bu
    cihazın kullanılmasını gerektirecek kadar ağır KOAH olduğunu belgelemek amacıyla bazı basit testlerin yapılması gerekir. Böylece uzun
    süreli oksijen tedavisi alması gereken hastalar belirlenmiG olmaktadır.

    Uzun süreli oksijen tedavisi alan hastaların uyması gereken kurallar;
    Günde en az 15 saat oksijen alınmalıdır.
    Yangın tehlikesi nedeniyle oksjien cihazının yanında sigara içilmemelidir.
    Cihaz sobadan uzak tutulmalıdır.
    Gece kan oksijen seviyesi çok daha fazla düGtüğü için uyku süresince oksijen alınmalıdır.
    Cihazın bakımı düzenli yapılmalıdır.
    Tedavide yardımcı tedbirler
    Yapılabilecek kadar egzersiz yapılmalıdır. Sürekli oturmak ve egzersizden kaçınmak kasları güçsüzleGtirir ve nefes darlığını artırır.
    Ağır egzersizlerden (ağır yük taGımak, bahçede çalıGmak gibi) kaçınılmalıdır.
    Soğuk ve hava kirliliğinin fazla olduğu saatlerde dıGarıya çıkılmamalıdır.
    Sık aralıklarla ve her öğünde az miktarda yeme alıGkanlığı kazanılmalıdır.
    Yiyecekler daha çok sulu gıdalardan (çorba, sulu sebze yemekleri) oluGmalıdır. Katı ve ağır yemekler sonrasında nefes darlığı
    artmaktadır.
    Hazımsızlığa ve gaz Gikâyetlerine neden olabilecek yiyeceklerden kaçınılmalıdır.
    Bol sıvı (su, asitsiz meyve suları, bitkisel çaylar) tüketilmelidir.
    Kilosu fazla olan hastaların Gikâyetleri de o kadar çok artacaktır. Kilolu hastaların fazla kilolarını azaltmak için çaba göstermeleri gerekir.
    Bunun için yağlı, tatlı ve unlu yiyeceklerden uzak durulmalıdır.
    Her yıl sonbaharda grip aGısı yaptırılmalıdır. Grip salgınları döneminde kalabalık yerlerde bulunulmamalıdır. Enfeksiyon hastalıklarından
    korunmak için yanaktan öpüGme alıGkanlığı terk edilmelidir. Grip ile birlikte hastalık bir anda Giddetlenir, Gikâyetler ağırlaGır ve genellikle
    hastaların hastanede yatırılarak tedavileri gerekir.
    Nefes darlığının Giddetlendiği zamanlarda derin nefes aldıktan sonra ıslık çalar gibi dudakları büzerek nefesinizi yavaGca dıGarıya üfleyin.
    Bunu ne kadar sık yaparsanız o kadar rahatlarsınız.
    Sırtınız dik olacak Gekilde rahat bir koltuk, divan veya sandalyeye oturun. Bir elinizi göğsünüzün üzerine diğer elinizi ise karın bölgenize
    koyun. Nefes alır verirken göğsünüz üzerindeki el hareket etmemelidir. Burundan “bir, iki” sayılarını söyleyerek nefes alın. Nefes alırken
    göğsünüz hareket etmesin karın kaslarınız yukarıya doğru hareket etsin. Daha sonra “bir, iki, üç, dört” sayılarını söyleyerek yine
    burundan aldığınız nefesi dıGarıya üfleyin. Bu Gekildeki soluk alıp verme alıGkanlık haline gelene kadar bu egzersizlere devam
    etmelisiniz. Böylece solunum yaptıran diafragma kası güçlenir ve daha az nefes darlığı hissedersiniz.
     

  • image description

    Metabolik Sendrom

    • 4 yıl önce

    Metabolik Sendrom
    Tanım
    Metabolik sendrom, insulin direnciyle başlayan abdominal obezite, glukoz intoleransı veya diabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon
    ve koroner arter hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği olumcul bir endokrinopatidir. Metabolik sendrom ayrıca
    insulin direnci sendromu, sendrom X, polimetabolik sendrom, olumcul dortlu ve uygarlık sendromu gibi farklı terimlerle de
    tanımlanmaktadır.
    Sıklık
    Metabolik sendrom prevalansı erişkinlerde ortalama %22 olarak bildirilmektedir. Prevalans yaş ile artmakta, 20-29 yaş gurubunda % 6.7,
    60-69 yaş gurubunda ise % 43.5 oranında gorulmektedir. TEKHARF calışmasına gore, 2000 yılı itibariyle Turkiye genelinde 30 yaş ve
    uzerindeki 9.2 milyon kişide metabolik sendrom mevcuttur ve KAH geliştiren bireylerin % 53'u aynı zamanda metabolik sendrom
    hastasıdır. Ulkemizde metabolik sendrom gorulme sıklığı, erkeklerde % 28, kadınlarda ise % 40 gibi oldukca yuksek değerlerdedir.
    Patogenez
    Metabolik sendromun tum bileşenlerinin etiyopatogenezini acıklayabilecek tek bir genetik, infeksiyoz yada cevresel faktor henuz
    tanımlanamamıştır. Metabolik sendrom, insulin direnci zemininde gelişen heterojen bir hastalıktır. Poligenik yatkınlık soz konusu olsa da,
    modern kent hayatının getirdiği sedanter yaşam ve yuksek kalorili beslenme sendromun seyrini alevlendirmektedir.
    Tanı kriterleri
    Metabolik sendrom icin farklı tanı kriterleri tanımlanmıştır. Turkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği Metabolik Sendrom Calışma
    Grubu; metabolik sendrom tanı kriterleri arasında insulin direncinin yer alması gerektiğini savunur. Bu gerekceyle; insulin direncini de
    iceren 1999-Dunya Sağlık Orgutu Metabolik sendrom tanı kriterleriyle, insulin direncini icermeyen fakat daha sıkı metabolik eşik değerler
    hedefleyen 2001-NCEP ATP III tanı kriterlerinden oluşturulan yeni bir tanı kılavuzunu onerir.
    METABOLİK SENDROM ÇALIŞMA GRUBU
    Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği, Metabolik Sendrom Çalışma Grubunun
    önerdiği, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri (2005)
    Aşağıdakilerden en az biri:
    • Diabetes mellitus veya
    • Bozulmuş glukoz toleransı veya
    • İnsulin direnci
    ve
    Aşağıdakilerden en az ikisi:
    • Hipertansiyon (sistolik kan basıncı >130, diyastolik kan basıncı >85 mmHg veya antihipertansif kullanıyor olmak)
    • Dislipidemi (trigliserid duzeyi > 150 mg/dl veya HDL duzeyi erkekte < 40 mg/dl, kadında
    < 50 mg/dl)
    • Abdominal obezite (VKİ > 30 kg/m2 veya bel cevresi: erkeklerde > 94 cm, kadınlarda
    > 80 cm)
    Metabolik sendrom bileşenleri
    1. İnsülin direnci
    • Endojen veya ekzojen insuline karşı biyolojik yanıtsızlıktır. Genetik faktorler, fetal malnutrisyon, fiziksel inaktivite, obezite ve yaşın
    ilerlemesi insulin direncine neden olur.
    • Sağlıklı populasyonda % 25, bozulmuş glukoz toleransında % 60 ve tip 2 DM’si olanlarda

    % 60-75 oranında insulin direnci gorulur.
    • Bu direnc, oglisemiyi sağlayabilmek icin hiperinsulinemiyle karşılanmaya calışılır.
    • İnsulin direnci genelde hiperinsulinemiyle birliktedir, fakat her zaman hiperglisemiyle
    birlikte seyretmez. Hiperglisemi, insulin direncinin ileri evresidir.
    • Altın standart tanı yontemi, oglisemik insulin klemp testidir. Pahalı ve zahmetli bir test
    olup, klinik pratikte kullanılmaz.
    • Klinik pratikte en sık kullanılan yontem HOMA formuludur. Normal bireylerde
    HOMA değeri 2.7’den duşuk olarak bildirilmektedir, 2.7’nin uzeri ise değişik derecelerde
    insulin direncini yansıtır.
    [HOMA: aclık insulini (µu/ml) x aclık plazma glukozu (mg/dl) / 405)]
    2. Diabetes mellitus
    • Her ne kadar tum tip 2 diyabetiklerde insulin direnci olmasa da, aşikar DM veya bozulmuş
    glukoz toleransı varlığı metabolik sendromun tanı kriterlerinin ilk basamağını karşılar, ayrıca insulin direncinin olması aranmaz.
    • Diabetes mellitus tanı kriterleri:
    A. Aclık plazma glukoz değerlerine gore;
    Aclık plazma glukozu <100 mg/dl = normal
    Aclık plasma glukozu 100-125 mg/dl = bozulmuş aclık glukozu (BAG)
    Aclık plazma glukozu .126 mg/dl = diabetes mellitus
    B. OGTT değerlerine gore;
    2. saat plazma glukozu <140 mg/dl = normal
    2. saat plazma glukozu 140-199 mg/dl = bozulmuş glukoz toleransı (BGT)
    2. saat plazma glukozu . 200 mg/dl = diabetes mellitus
    • Bozulmus aclık glukozu ve bozulmuş glukoz toleransı olan kişilerde aşikar diabetes mellitus
    gelişme riski artmıştır ve bu hastalar “pre-diyabet” olarak tanımlanmaktadır.
    • Tokluk hiperglisemisi, bağımsız bir kardiyovaskuler risk faktoru olarak kabul edilmektedir.
    3. Hipertansiyon
    • Esansiyel hipertansiyonun altında genellikle insulin direnci bulunmaktadır.
    • İnsulinin santral sempatik aktiviteyi arttırıp, bobrekten su ve tuz tutulumunu uyarmasıyla
    beklenen hipertansif etkisi, normal fizyolojik koşullar altında oluşturduğu periferik
    vazodilatasyona bağlı hipotansif etkisiyle dengelenmiştir. İnsulin direnci varlığında, periferik
    vazodilator etkisine de direnc geliştiği icin dengelenememiş vazopressor etkisiyle
    hipertansiyon oluşturduğu duşunulmektedir.
    4. Dislipidemi
    • Metabolik sendrom’da trigliserid ve kucuk-yoğun LDL yuksek, HDL-kolesterol duşuk

    iken, LDL-kolesterol genellikle artmamıştır.
    • İnsulin direnci ilerledikce, trigliserid duzeyleri yukselmekte, HDL duşmektedir.
    • Hipertrigliseridemi ve HDL duşukluğu kardiyovaskuler hastalık riskini arttırır.METABOLİK SENDROM ÇALIŞMA GRUBU
    5. Obezite
    • TURDEP calışması sonuclarına gore ulkemizde 20 yaş ve uzerindeki kişilerin %34’unde
    abdominal obezite gorulmektedir.
    • Abdominal obezite insulin direncinin en onemli gostergesidir. Ancak insulin direncli
    metabolik sendrom olgularının bir kısmında obezite bulunmayabilir.
    • Adipoz doku leptin, rezistin, adiponektin gibi bircok hormon ve sitokin salgılayan
    (TNF-a, IL-6, IL-8) aktif bir endokrin organdır.
    • Her obez hasta metabolik sendrom acısından taranmalı ve visseral adipozite gostergesi
    olarak vucut kitle indeksi yerine bel cevresi olcumu kullanılmalıdır.
    • Bel cevresi, arkus kostaryum ve spina iliaka anterior superior arası mesafenin orta noktasından olculmelidir.
    6. Koroner arter hastalığı
    • Metabolik sendrom erken oluşan atheroskleroz icin risk faktoru olarak kabul edilmektedir.
    Metabolik sendromlu hastalarda KAH riski 3 kat artmıştır.
    • Kardiyovaskuler mortalite metabolik sendromlu hastalarda %12 iken, metabolik sendromu
    olmayanlarda bu oran %2.2 dir.
    7. Non-alkolik yağlı karaciğer
    • İnsulin direnci karaciğerde basit yağ birikiminden (hepatosteatoz), transaminaz yuksekliği
    (steatohepatit), hatta siroza kadar uzanabilen bir seyir izler.
    • Obezlerin % 75’inde hepatosteatoz, % 20’sinde steatohepatit, % 2’sinde siroz gozlenir.
    8. Polikistik over sendromu
    • İnsulin direnci ile ortaya cıkan kronik anovulasyon ve hiperandrojenizmle karekterizedir.
    • % 40 olguda bozulmuş glukoz toleransı veya aşikar DM gorulur.
    • Erken yaşlarda kardiyovaskuler hastalık gorulme riski artmıştır.
    9. Subklinik İnflamasyon
    • C-reaktif protein duzeyleri, abdominal obezite, trigliserid yuksekliği, HDL-duşukluğu
    ve kan glukozu gibi metabolik sendrom bileşenleriyle korelasyon gosterir.
    • Metabolik sendrom’lu vakalarda, CRP duzeyleri arttıkca kardiyovaskuler risk artar.
    • Bu akut faz cevabının, zeminde varolan bir subklinik inflamasyonu yansıttığı ve bu surecin
    progresif olarak DM ve ateroskleroz gelişiminden, hatta plak rupturunden sorumlu
    olduğu duşunulmektedir.
    10. Endotel Disfonksiyonu

    • Vaskuler endotel, normal koşullar altında birbirini dengeleyen vazodilator (nitrik oksit)
    ve vazokonstriktor (anjiyotensin II) faktorler salan aktif endokrin bir organdır. Vaskuler
    endotelin bu iki fonksiyonu arasındaki dengenin kaybı endotel disfonksiyonu olarak
    tanımlanır.
    • Metabolik sendromun klinik belirtileri ortaya cıkmadan onceki donemlerde endotel
    disfonksiyon geliştiği gosterilmiştir.
    • Endotel disfonksiyonunun tayini icin en sık başvurulan noninvazif yontem, brakiyal
    arterde akıma bağlı dilatasyonun doppler US ile olcumudur.
    11. Hiperkoagülabilite
    • İnsulin direnci; plazminojen aktivator inhibitor-1, koagulan sistem bileşenleri (faktor-
    VII, faktor-VIII ve von-Willebrand faktor) ve fibrinojen duzeylerini yukselterek
    makrovakuler hastalık riskini arttırır.
    Tedavi
    Metabolik sendrom tedavi hedefleri; insulin direncine neden olan risk faktorlerinin yaşam şekli değişiklikleri ile kontrol altına alınması ve
    gerekli koşullarda klinik hedeflere ulaşmak amacıyla ilac tedavisinin başlanmasıdır. Yaşam tarzı değişikliği dışında, metabolik sendromu
    tedavi edebilecek tek bir ajan soz konusu değildir. En uygun tedavi yontemi, kilo kaybının temini ve duzenli egzersiz icin yaşam şekli
    değişikliğinin sağlanması, sağlıklı beslenme ve sigaranın kesilmesidir.
    Kilo kaybı
    • %5-10’luk kilo kaybı bile metabolik sendromun tum bileşenlerini kontrol altına alabilir.
    • %7’lik kilo kaybı ile birlikte duzenli fizik aktivite 4 yıl icinde Tip 2 DM gelişme riski
    %50 azaltmaktadır.
    • Total kalorinin % 10’undan azı poliansature, % 20’sinden azı ise monoansature yağlardan
    oluşmalıdır. Karbohidratlar total kalorinin %50-60’ını, proteinler ise %15’ini oluşturmalıdır. Diyet 20-30 gram kadar lif icermelidir.
    • Diyet onerilerine uyum icin davranış tedavisi ve uzun sureli takip gerekir
    Fizik aktivite
    • Duzenli fizik aktivite insulin direncini duzelterek glukoz, lipid ve kan basıncı kontrolunu
    sağlar ve kardiyovaskuler fonksiyonları duzeltir.
    • Kilo alımının engellenmesi icin duzenli olarak hergun 45-60 dakika fizik aktivite
    yapılmalıdır. Kardiyovaskuler risk azalması icin ise gunde 10000 adım atılması onerilmektedir
    İnsulin direnci
    • Metformin insulin direncini duzeltir. Anti-hiperglisemik etkilerine ek olarak iştahı
    azalttığı icin kilo kaybı sağlar. Serum lipidleri uzerinde olumlu etkileri vardır. Değişik
    dokularda kanser gelişimini azaltmaktadır.
    • Glitazonlar ise PPAR-g reseptorlerinin aktivasyonunu sağlayarak insulin direncini
    duzeltirler. Lipidler uzerinde olumlu etkileri vardır. Subkutan yağ dokusunda artış

    oluşturmasına karşın visseral yağ dokusunda artış yapmazlar.Odem ve kilo alma gibi
    yan etkileri vardır.Kalp yetmezliğinde kullanılmamalıdır.Koroner arter hastalığı ve
    osteoporozu olanlar dikkatle izlenmelidir.
    • DM olmayan metabolik sendromlu hastalarda metformin ve glitazonların kullanımı
    icin ulkemizde henuz onay yoktur.
    Tip 2 diabetes mellitus
    • Metabolik sendromlu hastalarda diabetes mellitusun tedavisinde ilk secilecek ilaclar
    insulin direncini azaltanlar olmalıdır. Hedeflenen glisemik kontrolun sağlanamaması
    durumunda diğer ilaclarla kombinasyon tedavilerine gecilebilir.
    • Metformin ve akarboz haric tip 2 DM tedavisinde kulllanılan ilacların kilo alımına
    neden olabileceği unutulmamalıdır.
    Dislipidemi
    • Fibratlar serum trigliseridlerini azaltıp, HDL’yi yukselterek kardiyovaskuler risk faktorlerini
    kontrol ederler.
    • Aşikar DM ve KAH varlığında statinler hedef LDL duzeyine ulaşmada etkilidirler.
    • HDL duşukluğunu kontrol etmede sigara kesilmesi ve duzenli egzersiz en etkili yontemdir.
    Obezite
    • Yaşam tarzı değişikliği ile ilk 3-6 ayda %5-10 kilo kaybı sağlanamazsa sibutramin ve/
    veya orlistat kullanılabilir.
    • Morbid obez olgularda cerrahi tedavi uygulanabilir.
    Hipertansiyon
    • Diyette tuz kısıtlanmalıdır.
    • ACE inhibitorleri ve anjiotensin II reseptor antagonistleri insulin sensitivitesini artırdıkları
    ve Tip 2 DM gelişimini onlediklerinin yanısıra kardiyoprotektif ve renoprotektif
    etkileri nedeniyle metabolik sendromda kullanılırlar.
    • Kalsiyum kanal blokerleri ve alfa-blokerler metabolik sendromun diğer bileşenleri
    uzerinde olumsuz etki gostermeden hipertansiyonu kontrol ederler.
    • Tiazid diuretiklerin dislipidemik ve hiperglisemik yan etkileri, beta-blokerlerin ise
    kilo alımına neden olmaları ve HDL duşukluğune yol acmaları tedavide goz onunde
    bulundurulmalıdır.
    Antiinflamatuar tedavi
    • Aşikar tip 2 DM veya koroner arter hastalığı gelişmiş tum bireylerin asetilsalisilat
    (75-150 mg/gun) kullanması onerilmektedir
    Dünya Sağlık Örgütü-1999, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri

    • Aşağıdakilerden en az biri:
    • İnsulin direnci
    • Bozulmuş glukoz toleransı
    • Aşikar diabetes mellitus
    ve
    Aşağıdakilerden en az ikisi:
    • Hipertansiyon (kan basıncı > 140/90 mmHg veya antihipertansif kullanıyor olmak)
    • Dislipidemi (trigliserid duzeyi > 150 mg/dl veya HDL duzeyi erkekte < 35 mg/dl, kadında< 39 mg/dl)
    • Abdominal obezite (VKİ > 30 kg/m2 veya bel/kalca oranı erkekte > 0.90, kadında >
    0.85)
    • Mikroalbuminuri (idrar albumin atılımı > 20 mcg/dakika veya albumin/kreatinin oranı
    > 30 mg/g)
    National Cholesterol Education Program (NCEP) Adult Treatment Panel III (ATP
    III)-2001, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri
    Aşağıdakilerden en az üçü:
    • Abdominal obezite (bel cevresi: erkeklerde > 102 cm, kadınlarda > 88 cm)
    • Hipertrigliseridemi ( .150 mg/dl)
    • Duşuk HDL (erkeklerde < 40 mg/dl, kadınlarda < 50 mg/dl)
    • Hipertansiyon (kan basıncı . 130/85 mmHg)
    • Hiperglisemi (aclık kan glukozu . 110 mg/dl)
    International Diabetes Foundation (IDF)-2005, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri
    • Abdominal obezite (Bel cevresi: Avrupalı erkeklerde . 94 cm, kadınlarda . 80 cm)
    ve
    Aşağıdakilerden en az ikisi
    • Trigliserid . 150 mg/dl
    • HDL: erkekte < 40 mg/dl, kadında < 50 mg/dl
    • Kan basıncı . 130/85 mmHg
    • Aclık kan glukozu . 100 mg/dl
     

  • image description

    COVİD-19

    • 3 yıl önce

    Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19), ilk olarak Çin’in Vuhan Eyaleti’nde Aralık ayının sonlarında solunum yolu belirtileri (ateş, öksürük, nefes darlığı) gelişen bir grup hastada yapılan araştırmalar sonucunda 13 Ocak 2020’de tanımlanan bir virüstür.

    Salgın başlangıçta bu bölgedeki deniz ürünleri ve hayvan pazarında bulunanlarda tespit edilmiştir. Daha sonra insandan insana bulaşarak Vuhan başta olmak üzere Hubei eyaletindeki diğer şehirlere ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin diğer eyaletlerine ve diğer dünya ülkelerine yayılmıştır.

    Koronavirüsler, hayvanlarda veya insanlarda hastalığa neden olabilecek büyük bir virüs ailesidir. İnsanlarda, birkaç koronavirüsün soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli hastalıklara kadar solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğu bilinmektedir. Yeni Koronavirüs Hastalığına SAR-CoV-2 virüsü neden olur.

    Belirtileri Nelerdir?
    Belirtisiz olgular olabileceği bildirilmekle birlikte, bunların oranı bilinmemektedir. En çok karşılaşılan belirtiler ateş, öksürük ve nefes darlığıdır. Şiddetli olgularda zatürre, ağır solunum yetmezliği, böbrek yetmezliği ve ölüm gelişebilmektedir.

    Nasıl Bulaşır?
    Hasta bireylerin öksürmeleri aksırmaları ile ortama saçılan damlacıkların solunması ile bulaşır. Hastaların solunum parçacıkları ile kirlenmiş yüzeylere dokunulduktan sonra ellerin yıkanmadan yüz, göz, burun veya ağıza götürülmesi ile de virüs alınabilir. Kirli ellerle göz, burun veya ağıza temas etmek risklidir.

    Kimler Daha Fazla Risk Altında?
    COVID-19 enfeksiyonu ile ilgili şimdiye kadar edinilen bilgiler, bazı insanların daha fazla hastalanma ve ciddi semptomlar geliştirme riski altında olduğunu göstermiştir. 
    - Vakaların yüzde 80'i hastalığı hafif geçirmektedir.
    - Vakaların %20’si hastane koşullarında tedavi edilmektedir.
    - Hastalık, genellikle 60 yaş ve üzerindeki kişileri daha fazla etkilemektedir.

    Hastalıktan En Çok Etkilenen Kişiler:
    - 60 yaş üstü olanlar
    - Ciddi kronik tıbbi rahatsızlıkları olan insanlar:
    - Kalp hastalığı
    - Hipertansiyon
    - Diyabet
    - Kronik Solunum yolu hastalığı
    - Kanser gibi
    - Sağlık Çalışanları

    Çocuklar Risk Altında Mı?
    Çocuklarda hastalık nadir ve hafif görünmektedir. 
    Çocuklarda şimdiye kadar ölüm görülmemiştir.

    Hamileler Risk Altında Mı?
    COVID-19 enfeksiyonu gelişen gebe kadınlarda hastalığın ciddiyeti konusunda sınırlı bilimsel kanıt vardır. 
    Bununla birlikte mevcut kanıtlar COVID-19 enfeksiyonu sonrası hamile kadınlar arasındaki hastalık şiddetinin, hamile olmayan yetişkin COVID-19 vakalarına benzer olduğunu ve hamilelik sırasında COVID-19 ile enfeksiyonun fetüste olumsuz bir etkisi olduğunu gösteren hiçbir veri olmadığını göstermektedir. 
    Şu ana kadar COVID-19'un hamilelik sırasında anneden bebeğe bulaştığına dair de bir kanıt bulunmamaktadır.

    Tanı Nasıl Konur?
    Yeni Koronavirüs tanısı için gerekli moleküler testler ülkemizde mevcuttur. Tanı testi sadece Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Ulusal Viroloji Referans Laboratuvarında ve belirlenmiş Halk Sağlığı Laboratuvarlarında yapılmaktadır.

    Korunma Yolları Nelerdir?
    Mümkün olduğu kadar yurtdışına yolculuk yapılmaması önerilmektedir. Yurtdışına çıkışın zorunlu olduğu durumlarda aşağıdaki kurallara dikkat edilmelidir: 

    Akut solunum yolu enfeksiyonlarının genel bulaşma riskini azaltmak için önerilen temel ilkeler Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19) için de geçerlidir. Bunlar;

    -El temizliğine dikkat edilmelidir. Eller en az 20 saniye boyunca sabun ve suyla yıkanmalı, sabun ve suyun olmadığı durumlarda alkol bazlı el antiseptiği kullanılmalıdır. Antiseptik veya antibakteriyel içeren sabun kullanmaya gerek yoktur, normal sabun yeterlidir.
    - Eller yıkanmadan ağız, burun ve gözlerle temas edilmemelidir.
    - Hasta insanlarla temastan kaçınmalıdır (mümkün ise en az 1 m uzakta bulunulmalı).
    - Özellikle hasta insanlarla veya çevreleriyle doğrudan temas ettikten sonra eller sık sık temizlenmelidir
    - Hastaların yoğun olarak bulunması nedeniyle mümkün ise sağlık merkezlerine gidilmemeli, sağlık kuruluşuna gidilmesi gereken durumlarda diğer hastalarla temas en aza indirilmelidir.
    - Öksürme veya hapşırma sırasında burun ve ağız tek kullanımlık kağıt mendil ile örtülmeli, kağıt mendilin bulunmadığı durumlarda ise dirsek içi kullanılmalı, mümkünse kalabalık yerlere girilmemeli, eğer girmek zorunda kalınıyorsa ağız ve burun kapatılmalı, tıbbi maske kullanılmalıdır.
    - Çiğ veya az pişmiş hayvan ürünleri yemekten kaçınılmalıdır. İyi pişmiş yiyecekler tercih edilmelidir.
    - Çiftlikler, canlı hayvan pazarları ve hayvanların kesilebileceği alanlar gibi genel enfeksiyonlar açısından yüksek riskli alanlardan kaçınılmalıdır.
    - Seyahat sonrası 14 gün içinde herhangi bir solunum yolu semptomu olursa maske takılarak en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalı, doktora seyahat öyküsü hakkında bilgi verilmelidir.
     

ESNEK ÇALIŞMA SAATLERİMİZ


HİZMET STANDARTLARI



MOBİL HİZMETLER




ASM KROKİLERİ